Mutfağa geçti, (Salonun kapısı gıcırdıyor.) bunu bir ara düzeltmeliyim. Aklımda tutarsam düzeltirim. Bunun iyi bir fikir olmayacağına karar verdi. Çünkü yapılacaklar listesi çoktan dolmuş taşmıştı. Bu tarz işlerin spontane yapılması gerektiğini düşünüyordu. Çünkü onun evinde alet edevat yoktu. En azından bir pense, en azından yıldız tornavida olmalıydı. Ne biçim adamsın sen! İç çekti. Mutfağa geçerken zihin gücüyle vücut ağırlığını yarıya düşürdü, ayak parmaklarının ucunda yürümeye başladı. Pekala, artık fayanslardan ses çıkmayacak. Küçük hesaplar. O halde saat geç olmalıydı. Kime göre? Sigara içmek istedi. Balkonda içersem üşürüm dedi. Mutfağın penceresini araladı, sigarasını yaktı. Kim demiş bencilim diye? Mutfağın penceresini açıyorum senin için.

Yeni bir dilde seni seviyorum diyorum sana. Öğrenmen zaman alacak, benim de zamanımı almıştı.

Saçmalama. Küçük hesaplar seni öldürecek.

Ben küçük hesapların adamıyım, devler ülkesinde küçük hesaplarla yaşayan, dev bir cüceyim ben. Sigaradan beklediği verimi alamadı. Bu saatte içersen tabii alamazsın. 

İşte kendine bu kadar saygı duyuyorsun! İşte sen busun. Sus artık.

Biten sigarayı kül tablasına bastırdı, (kavanoz kapağı) (bencil herif) kül tablasını çöpe döktü. Düşünceli bir insan böyle yapardı.

Odasına dönerken insanın evinde mum olması gerektiğini düşündü. Bir mum alacağım. Piyes yazarken ona bakacağım. Ya ev yanarsa? 

Korkularımdan vazgeçeceğim. Yatağa her zaman aynı şekilde uzanırdı. Yine öyle oldu.

Cenin pozisyonu aldı. Ulan bir insan hiç mi ilerleme kat edemez, anne karnı değil burası efendi. Kalk ve erkek gibi dövüş! 

Kendini olduğu gibi yansıtmak için yeni bir uyku pozisyonu bulmaya karar verdi.

Sırtüstü, kollar ve bacaklar bağımsız, zemine yapışık. Fazla rahat dedi. Sola dönük, sol bacağı karnına doğru çekik, sağ bacağı düz ve koltuktan (yatak) sarkacak şekilde, sol eli yastığın altında, sağ eli sağ bacağının üzerine yapışık. Evet, sanki oldu gibi. Her uzvun bu kadar kontrole ihtiyacı var mıydı? Sorumluluklarım artıyor, en iyisi boş vereyim dedi. 

Oda sıcaklığına göre kalın giyinmişti ya da korktuğu bazı düşünceler vardı ki soğuk soğuk terlemeye başladı. İnsan nasıl olur da bunca şeye rağmen terlemezdi ki zaten?

Bir önceki gün fazla uyumuş olacaktı ki yatağın soğuk zeminine ayaklarını değdirirken ısındığını fark edip uykuya dalamıyordu.

Fazla uyumanın verdiği suçluluk duygusuyla kahroldu. Bir şeyler üretmeli, bir işe yaramalıydı. Ama bir bahanesi vardı, ben sanatçıyım. Kaçta uyuyup kaçta uyanacağımı size mi soracağım! 

Işık artık pencereden süzülüp eşyanın üzerine belli belirsiz vuruyordu. En sevdiği şeylerden biriydi. Farkındalık. Gözlerimi kapatsam da olan bitenin farkındayım . Peki ya gözlerim açıkken neden fark edemiyorum tüm bu olan biteni?

Neden üniversitedeki o kızın dudaklarına bir güzel yapışamadım. Yapıştım ama o beni yakaladı. Korktuğumu fark etti. İşte olan biteni Anlasaydım sonumuz böyle olmazdı!

Uyuya kaldı.


İnsan eşyaya neden bu kadar ilgi duyar?

Neden ona can verir, besler, büyütür? Cevabını bilmiyorum ama o gün keşke o ayakkabıyı almasaydım. Nasıl olmuştu? Dışarıdan geliyordum, o kızdan hoşlanıyorum galiba. Sonuçta ona ait bu ayakkabı. Alt katta oturuyorlardı. Evime gitmek üzere merdivenleri çıkıyordum ki bir anda bu ayakkabı beni alt etti. Acaba benim ayakkabım gibi onun ayakkabısı da kokuyor muydu? Saçmalama! 

Saçmaladım. Bırakın beni! Bütün geri kalmış medeniyetler adına, siz yok olmadınız, ben tüm benliğimle sizi yaşatmaya kararlıyım. Ayakkabıya uzandı. Eline almak istedi. Ya kapı açılırsa ve beni bu şekilde görürse!

Kim demiş ben aşktan anlamam diye? Senin için nasıl bir tehlikeye atıyorum kendimi görmüyor musun? Bu devirde kim bu kadar cesur olabilir ki? Otomatik Aydınlatma sistemleri aslında insanlara bazen bir mesaj vermek isteyebilir. Belli ki sen o mesajı almamışsın. Işık söndü! Elini bir yukarı bir aşağı hareket ettirdi hızlıca. Tedirgin bir şekilde ayakkabıyı eline aldı. Koklamak üzereydi ki kapının açılacağına dair sinyaller geldiğini fark etti. Ayakkabıyı bırakmak istedi ama yakalanma korkusu onu bir kere ele geçirmişti. 

Çocukken de böyleydi, bir şey onu kolayca ele geçirebilirdi. Mesela az bir şey üşütse zaten hasta olacağım teslimiyetiyle bağışıklık sistemine ket vururdu. Az bir şey huzuru kaçsa kalan bütün gücüyle kaçan huzurunun peşinden giderdi. Kol kırılırdı yen içinde kalırdı. Ah alırdı. En çok da kendininkini almayı severdi. Sert tahliller acımasız eleştiriler kendiyle dalga geçme ritüelleri. Sessiz ama hızlı adımlarla kendi inine çekildi (Buraya in derdi.).


Ortadan kaybolma ve günlük hayat problemlerine çözüm üretebilme yeteneğim üst düzey de olsa kendimi asla affedemeyeceğim bir yolun başındayım artık. Elindeki ayakkabıya baktı, derin bir üzüntü midesini adeta ekşitti. Ayakkabıyı oturma odasındaki masanın üzerine koydu. Bir şey yapmalı. Markete gider gibi evden çıksam, ayakkabıyı kapının önüne bıraksam, sonra da markete gitsem olmaz, benim aldığım anlaşılırsa kendimi asla affetmem. Sen ne domuz bir adamsın, neleri affettin, bunu mu affetmeyeceksin? Yaşamak hiç bu kadar ağır olmamıştı. En fazla evcilik oynarken baba ve anne rolü seçildiği için evin neşesi rolü olan erkek çocuğun ona kalması kadar ağır olmuştu ama bu artık yeni bir ağırlık birimiydi.

En baba fizikçi benim. Mezarınızda rahat uyuyabilirsiniz fizik dünyasının neferleri. 

Ben... Yeni dünya düzeninde hala bir şeyler icat edebilen bir yaratığım!

Marketler, bakkallar, AVM'ler, hatta devletler benim icatlarımla dünya serüvenine devam edecekler. Hatta öldükten sonra yaşam olduğuna inananlar bile. Cehennem tiyatrosunun "Ben" sahnesine girmek için bir utanç, iki utanç, üç buçuk, "Beyefendi fazladan utanç var mı yanınızda, bende hiç kalmamış da." (Bu günlük bizden olsun efendim, siz bir de yaşarken göreceksiniz bunu, artık yaşlandı, keyifli seyirler!)


Tuvalete girdi (Eve girdiğinde ilk yaptığı şey budur.), girişte bir kilim onu karşıladı. Geleneksel Türk motifleri, geyikler, mozaik şekiller, anlamlı anlamsız geometrik bir fasıl, fayansın üzerinde modern çağın geleneksel sızıları piyesini canlandırıyordu.

Akabinde hemen kilimi tamamlayan bir lavabo, lavabonun üstünde adeta bir kasket görevi gören 30x20 cm ebatında çatlak bir ayna. Bu aynaya da hep yeniliyorum. Bir gün bu savaşı kazanacağım. Bir gün yılmak bilmeyen bu kalabalık orduna karşı tek başıma galip geleceğim. Sana bir gün gerçeği göstereceğim (haha). Güldü. Ellerini iyice duruladı. Havludan beklediği verimi alamadı. Çünkü havlu nemliydi. Havlu dediğin kuru olur. Islak havlu gibi hissetti. İşlevsiz, ağır, soğuk.

Ellerinde kalan nemi her iki bacağına pay ettikten sonra cebinden tabakasını ustalıkla çıkarttı. Bunlar ezber hareketler. Takıntı aslında her zaman kötü bir şey değildir. Ben mesela her zaman pantolona önce sağ ayağımla başlarım.

Katil soğukkanlılığıyla sigarasını yaktı. Ayakkabıyı gördü, şu an daha farklı geliyor gözüme. Siyah beyaz renklere sahip, tahminen 38 numara, Sağ ayak için kuvvetle muhtemel 2 aylık (Şimdiden yürümeye başladın demek. Seni kerata! Haha.). Koklama hevesi kaçtı ama hala bu da bir merak konusuydu. Ayakkabıyı geri bırakmak istiyordu ama nasıl yapacağını bilmiyordu. Acaba fark etti mi?

Ya giyecek ayakkabısı yoksa, ya benim yüzümden mağdur olursa... Bir insanın senin yüzünden mağdur olması için senin var olman yeterli. Doğru.