Ben, bu benle başa çıkamıyorum

Eskimiş zamanın yaşları doluyor kirpiklerime

Eylülün en güzel zamanında

İnce elbisemin belimde duruşu

Üzerime düşen bir çift gözden ve gözlerden

Gençliğimin bir demet sızısı

Hayati boşluğu veriyor ellerime yeniden!

Yeniden! Yeniden!


Alçak sesler iniyor sağ kulağıma

Bu bitmeyen gıcırtının basıncıyla çatlıyor başım

Şakaklarıma nüfuz edip


Ah! Esprileri vardı o zaman genç yaşımın

Kahkahayla terkip ettiği

Bir tiyatro oyununda, bir sinema salonunda en hüzünlü anında

Basardım kahkahayı, anlamazlardı, sinir bozukluğu denilirdi

Hep ağlamak mı gerekirmiş ki?

Yetişme telaşıyla beklerdim bilet gişesinde

Dolmuşa saniyeler kala, dalgınlığım

Çünkü o eve ilk geç kalışım değildir

Çünkü yiyeceğim azarın bahanesi hâlâ aklıma gelmemiştir

Dolmuşun sarsıntısında düşünmek ne bilir misin?

Midemin bulantısı artırırdı korkumu

Bir de akşamın sekizi ise ifriti düşünmemek elde değil


Penceremden yıldızlar düşüyor birer birer

Ama bu tahrik edici değil

Hepsinin adı vardı, Beethoven’in senfonisiyle şeflik ettiğim

Kemanist, çello, borazanlar, yan safhada piyanist


Yalnızlığı olmuştur bugüne kadar şoförler şehrin

Son durakta gözlerdim hep

Yalnızlığın beklemek olduğunu düşündürürdü bana

Rabb'im hep yalnızlığın bir şeylerde olduğunu düşündürürdü bana

Bir de dinlemek daha bir değere binerdi

Buruşuk yüzlerden hani şu ilişki saçmalıklarını

Neden bir adı vardı konuşmanın yahut anlaşmanın

Kronik bir zihin doluluğun var ise daha da yüktür adlaştırılmak

Bilmezdim o zamanlar güven ne kadar ediyordu, kaç kiloydu

Oysa uyarılmışımdır hep

Şimdilerde içimde bir yerlerde yosun tutmuş halini barındırıyorum


Alçak sesler iniyor sağ kulağıma

Ezberimde olan

Bana yazılmış bir şarkı

Öfkeyi, ayrılığı barındırıyor içinde

Kış günlerini ve hâkim olduğum nasırlı soğuk elleri

Ayak bastığımız sonbahar yapraklarının hışırtısını

Oturduğum 4 kişilik bankın boş olan sol yanı

Son bakışları, son konuşmaları dokunduruyor


Bu bitmeyen gıcırtının basıncıyla çatlıyor başım

Şakaklarıma nüfuz edip