Latasha’nın Kalkanı

“Çok güvenilir, emin ve dürüstüm.
Öz güvenli olmamı seviyorum.
Çok yetenekliyim, aklıma bir şeyi koyarsam başarabileceğimi biliyorum.
Gerçekten yardıma ihtiyacı olan insanlara elimdekini vererek onları önemsediğimi gösteririm.
Hayatta en çok istediğim şey avukat olma hayalimi gerçekleştirmek ve liseden mezun olmak…”

Yukarıdaki cümlelerin ve hayalin sahibi olan Latasha, 16 Mart 1991’de Soon Ja Du tarafından portakal suyu çalmakla suçlanarak öldürüldüğünde sadece 15 yaşındadır. Du, Latasha’yı aralarında çıkan bir tartışma sonucunda başının arkasından vurur ve Latasha avucunda portakal suyu için duran iki dolar ile o dükkânda ölür.

Yüreklendirmek, bir araya getirmek için söylenilen ve sıklıkla da duyduğumuz için olsa gerek yabancısı olmadığımız bir kelime olan “BİZ” kavramı üzerine düşündürdü bu belgesel beni.

Bu kelimeyi kullanırken ne kadar tetikleyici ve tehlikeli olabileceği üzerine hiç düşünmüş müydük acaba?
Biz dediğimiz andan itibaren bizden olmayanlar tarafından oluşturduğumuz, üzerinde durduğumuz konuma işaret etmiş oluyor ve kendimizi onlardan ayırarak sınırlarımızı tescillemiş oluyoruz.
Buradaki en önemli mesele, durduğumuz konumdan, bizden olmayanlara hangi bakışla bakıp onları nasıl bir incelemeye tabi tuttuğumuz ve o bakış hakkında ne kadar fikir sahibi olduğumuz olsa gerek.

Latasha ve market sahibi olan Soon belki de o güne dek birbirlerini hiç tanımamış ve birbirleriyle etkileşimde hiç bulunmamışlardı. Ancak bağlı bulundukları ulus kimliğinin sunabileceği bilgi kadar birbirlerini tanıyorlardı. Ön yargının sebep olduğu bu türden vakaların trajedisi değil miydi bu?

Bu belgeseli izledikten sonra ön yargı üzerine araştırma yaparken sosyal psikoloji kitabımdan alıntıladığım kısa bir bilgi paylaşmak isterim:
“Ön yargı hemen herkesin hayatını bir şekilde etkiler. Hepimiz stereotipleşme ve ayrımcılığın kurbanları ya da potansiyel kurbanlarıyız ve bunun tek nedeni din, cinsiyet, milliyet, etnik köken, cinsel yönelim, dış görünüm ya da engelli olmak gibi tanımlanabilir bir grubun üyesi olmamız. Nefret suçları, kilise yakma olayları ve ön yargı kaynaklı sayısız şiddet eylemi hala yaşanıyor.
(Fountain, 1997)