İnsan düşüncelerini ifade edebilince ya da birisi tarafından ifade edilebildiğini görünce mutlu oluyor ya! Seviyorum bu mutluluğu. Çünkü tarif edemediğinde kendinden bıkıyor sanki insan...


İçimde kabaran güzel duygular var aslında şu an. Yeni gelişen, tek taraflı aşk hikâyemin bana umut vadeden, beni hayata bağlayan yanı baskın gelmeye çalışıyor içimde. Ama diğer yandan yaşanmışlığın verdiği kendini kaptırma korkusu, kendini bu aşka layık görmeyen ve kendini ezikleyip dizginlemeye çalışan yanım var. İkisi ölümüne kapışır denebilecek bir duygu düşünce savaşı var aslında içimde.

Bir yanım imkansızların olabileceğine, bir yanımsa adı üstünde imkansız olduğuna inandırmaya çalışıyor beni. Ben ise bu iki yan arasında kendimi kaybediyorum sanırım. Bu sebeple düşünmemeye çalışıyorum çoğu zaman bunları.

Bir yanım bu aşk için çabalarsam pişman olmayacağımı, asıl çabalamazsam kendime ileride çok kızacağımı söylüyor. Diğer yanımsa sakin olmamı, eğer bir hamle yaparsam her şeyi batırabileceğimi bana hatırlatıp duruyor. Asıl marifetin sakince yollarımızın kesişmesini beklemek olduğunu söylüyor. Aslında mantığımın ve edebimin uygun gördüğü; sakince beklemek. Ama şu, bir şeyler yapmak isteyen, sakin kalamayan telaşlı yanımın neresi olduğunu bilmiyorum. Bu sebeple dinleyip dinlememekte kararsız kalıyorum.

Aslında bu neresi olduğunu bilmediğim yanım -şu an yazarken fark ettim ki- çaresizliğimmiş. Çünkü çaresizim. Onu kaybetmekten korkuyorum ve kaybedersem yapacak bir şeyim yok. Onu kazanabilmek için de elimde hiçbir şey yok. Ve bu çaresizlik beni telaşlandırıyor...


(İnsanın kendini anlaması çok mutlu edici. Sanki bulmaca gibiyim. Uğraşmam gerekiyor anlamam, bulmam için. Belki de insanın kendisi, hayatında sürekli çözmek zorunda olduğu bir bulmaca...)


Bir de şu yanım var ki dert yandığım... Bu yanımdan bahsetmek düşüncesi bile yoruyor beni hatta. Benim şöyle bir şeyim var: Ben güzel bir şey satın aldığımda mesela, eğer ondan değer verdiğim arkadaşlarımın haberi olmamışsa, onlara söylememiş, göstermemişsem; sanki onlara ihanet etmiş, yalnızca o güzel şeyin bende olmasını istediğim için onlara haber vermemiş, paylaşmak zorundaymışım, bencillik etmişim gibi hissediyorum. Halbuki her zaman her şeyden haberleri olmayabiliyor anında insanların. Ve sonradan haberleri olmak zorunda kalabiliyor. Ve bu normal bir şey. Ama sanki ben bilinçli olarak yapmışım da onlara ihanet etmişim gibi hissediyorum. Ve eğer öncesinde haberleri olmamışsa sonrasında da söyleyemiyorum yanlış anlayacaklar diye. Bu en basit örnekti. Bu bahsettiğim şey bir şey satın almak değil, bazen hayatıma giren yeni insanlar olabiliyor. Ve hayatıma giren bir insanı daha tanımadan bir başkası ile paylaşmak da pek mümkün olmuyor benim için. Veyahut da öğrendiğim değerli bir bilgi, keşfettiğim bir kitap, müzik, yararlı içerikler... Bunların hepsini sanki onlarla da paylaşmak zorundaymışım gibi bir his. Neden böyle hissediyorum bilmiyorum.


Aslında şöyle, ben konuşmayı, övünmeyi pek sevmem. Kendim hakkında konuşmayı, kendimi anlatmayı sevmem. Genelde zaten yalnızca dinlerim. Soru da sormam çok, bir yarasına basarım ya da söylemek istemediği bir şeyi sorarım diye. Ve böyle olunca da aklıma da gelmez anlatmak, bahsetmek o hayatıma giren insandan, kitaptan, müzikten. Bahsedeceğim zaman da sanki övünüyormuşum gibi hissediyorum. Bakın yine bir arada kalmışlık. Bir arada kalmışlıktan daha bahsedeyim ya da yaramdan:

Mesela ben güzel bir şey keşfettim. Bu her şey olabilir: insan, kitap, müzik, yer, fikir... Çok mutlu olurum, öyle böyle değil. Hatta o an onu herkesin bilmesini, öğrenmesini isterim. Kendi kendime, ben yapmışsam bunu hele de. Kendimi o an daha çok severim mesela. Özel hissederim. Sonra o şey hayatıma girer veya girmesi için adımlar atmaya çalışırım. Aklıma bunu birileri ile paylaşmak, sevdiklerim ile paylaşmak gelir. Hatta paylaşırsam çok mutlu olacağımdır, bilirim. Ama bir güç beni paylaşmaktan alıkoyar. Önceleri bunun kıskanmak ve bencillik olduğunu zannederdim. Ama aslında değilmiş. O şeyi eğer onlarla paylaşırsam sanki benim sayemde farkına vardıkları, keşfettikleri şeyle bana hava atacaklarını sanıyorum. Sanki benim vesilemle keşfettikleri şeyle benim tepeme çıkacaklarmış gibi hissediyorum. Bir de küçük bir kıskançlık var evet. Benim vesilemle keşfettikleri şeyin kıymetini benden daha iyi bilmelerinden korkuyorum. Ben paylaşmışım ama benim hayatımda yokmuş gibi hissederim.


İşte bunlar ve bunlar gibi tüm arada kalmışlıklarım beni susmaya itiyor. İnsanlardan uzaklaşmaya, samimi olmamaya, konuşmamaya, görüşmemeye itiyor. Bir miktar da kendimden soğutuyor. Sessizliğe itiyor.


Çok basit şeylerden bahsettim değil mi?

Ne kadar da basit şeyleri sorun ediyorum değil mi?


Bu iki düşünceye katılmıyorum. Bir insanın küçük sorunlardan bahsetmesi büyük sorunları olmadığı anlamına gelmez. Ya da küçük şeyleri dert edinip paylaşması, büyük sorunlarımızı umursamadığı anlamına gelmez. Toplumda şu algı var: "Bu kadar büyük dertlerimiz varken bunları mı konuşacağız?"

Konuşalım! Büyükleri de küçükleri de konuşalım. Dilimizde tüy bitmiyor ya. Konuşmakla sorunlar çözülmüyor ya. Ne fark eder çok ya da az konuşmak aynı şeyleri?


Bir de bugün şunun farkına vardım. Hani diyoruz ya "Hep bir yanlış arama, linç etme çabasındayız insanları." diye. Aslında bunun altında yatan sebeplerden birisi de karşımızdaki insanın bize karşı göründüğü hal ve duruşu ile ilgili. Zaten bu sorun sosyal medyadaki bir sorun. Çünkü gerçek hayatta kimse kimseye, o linçlerin hiçbirini yapamaz. Yapsa da rezil olduğu ile kalır. Ama sosyal medyada öyle mi? Sosyal medyada birisinin linç edecek bir yanını bulan bazen ayakta alkışlanıyor. Neden yapıyoruz peki?

Çünkü sosyal medyada insanlar o anki durumları ile karşımızdalar. Ve çoğunlukla bu mutlu, bilgili, akıllıca yönleri. Yani hep iyiler. Bildiğimiz üzere hep mutlular, güzeller. Biz onu öyle mükemmel, sorunsuz görünce dayanamıyoruz. Bir kusur olmalı diyor insanın içindeki gerçeklik. Dışımızsa bu büyüyü bozma çabasına giriyor, çünkü gerçek gelmiyor ve belki de bir miktar kıskanıyor. Ve yanlış arar oluyoruz. Oradaki o insanın ya da ürünün kusursuzluğuna katlanamıyoruz ve bulduğumuz ilk hatayı da dalga konusu yapıyoruz.

Bu konu üzerine çıkarımlarım bunlar oldu bugün benim.


Ve bugünlük bu kadar çokbilmişlik yeter sanırım.



(19 Haziran 2021, 23.53)