Günlerdir yaşadığı kepaze hayatın farkına vardı bir anda. Sabah uyandığında saate bakma gereği duymadığında anlamıştı bunu. Ya da artık günleri takip etmeyi bıraktığında. Ölü adımlar canını acıtıyordu.

Sahi hangi gündü bugün? Perşembe. Hayır, dün perşembeydi. Ya da ondan önceki. Önemli değil diye geveledi. Önemli değil, önemli değil. Umut. Umut ne çok acıtıyor insanın canını. Umudunu yitiren bir insan yaşayabilir mi tekrar? Yaşar elbet. Yaşarsa böyle yaşar. Ölü adımlar canını acıtır. Sabah uyandığında saate bakmaz. Sahi saat kaçtı?

Hava kararmış, bak. Gece geldi yine, gece. Ben geldim kendi kapımı çaldım. Kendi kapılarımı kendime kapattım. Kendi kapı eşiğimde sabahladım. Beni içeri al diye yalvardım. Açmadım kapıyı dışarıdaki kendime. Görmemeli içeriyi, görmemeli. Acıdan bir eşik. Taş bir duvar. Kepaze bir yaşam.

O artık yok. O artık düşlerinde bile yok. Hiç olmayanı oldurmanın cezası. Umut. Umut yok. Artık yok. Acıyla yüzleş. Hayır yüzleşme. Açma sakın ona kapıyı. Sen iyisin yani ben. İyiyim. Umut bitti. Umut yok. İyiyim. Her yeni gün ruhum süzülse de bedenimden. Söz veriyorum kendime. İyiyim.

Görmemeli hayır, içeriyi görmemeli. Önünden geçti taş duvarın. Kapıyı çaldı ama girmedi. Sen girsin istedin, o istemedi. Ölü adımlar gerçek miydi? Değildi. Öyle diyor. Sordum herkese, sordum tek tek. Yanılmışsın sen, yanılmışsın. Yanılmanın cezası. Hiç olmayanı oldurmanın cezası. Ölü adımlar canını acıtıyor.

Dışarıdayım. Pencereden biri bakıyor. Kapıyı çalıyorum açmıyor. Üşüyorum. İçerideyim. Pencereden bakıyorum. Birisi kapıyı çalıyor, açmıyorum.

Bir ben dışarıda üşüyorum.

Bir ben içeride yanıyorum.