Senin derende senin suyuna rastlayamayıp, senin toprağına elimi, yüzümü sürerek yine senden temizlenmeye çalışmıyor muyum bir taksinin arka koltuğunda ağlaya ağlaya geldikten sonra sana?


Söyle, bir şeyi daha bıraktırmaya çalışıyorsan bana, bunu bileyim. Hem kendim anlayıp, hem kendim bırakmamı bekleme artık benden. Görmüyor musun? Gücüm kalmadı.


Senin oltana takılmış ve sana ait olan bir parça peynire iki dişimi geçirmiş ve sallanıyorken gözümün almadığı yüksekliklerde, düşersem tutacağını iddia ediyorsun. "Vazgeç." diyorsun, kocaman açtığın kollarını hizalayarak yüreğimin altında bir yerlere.


Anlamıyorum, anlamıyor musun?


Sis var bir tanem. Sis var beynimde.


Bir kutu ilacı almaya gitmemi izleyeceksin, değil mi?


Bir kutu ilacın nasıl bir kutu zehre dönüşebildiğini de, benimle birlikte.


Şakası kalmadı ki artık, bir tanem.


İnan bana, yaşamanın bir şakası kalmadı.


Yürürken izliyorum kendimi ve gülümserken ve yemek yerken ve yediğimden rahatsız, sağda ve solda beklerken.


Beklerken izliyorum hep kendimi. Bilmeden neyi beklediğimi. Benden bana gelecek gibi yapıyorsun, sonra daha gelmeden gidiveriyorsun. İyi mi?


Dışarıda bir şey yok benim için. Bakmaya değer yalnız kediler var ve sokak köpekleri. İncirlerini usulsüzce döken ağaçlar var, bir de özelliğimden, güzelliğimden bahseden birileri.


Soğuk soğuk titriyor içimin perileri, bana bir söz verdiğini düşünüyorum ama verdiğini düşündüğüm bu sözü tutmuyorsun. Sana değil, düşünüşüme küsüyorum. Böylece bu işin içinden de kolaylıkla sıyrılıyorsun.


Birileri ellerini uzatıyor, tutamıyorum istesem de ama sen buna hiç müdahale etmiyorsun, olmasına rağmen kollarım sende. Bin kere terk edilmiş yanlarım birer kez daha terk ediliyor, duyarsızlaşıyorum acıdan başka her bir şeye. Gel gelelim bir tanem, yine tenezzül etmiyorsun ağzını açacak o keskin bıçağı bulmaya bile serde.


Sitem, küfür olmaktan çıkar mı, içine bu gezegende bulabildiğim tüm samimiyeti döksem?


Ömür boyu geçmeyecek bir öksüzlük nedir, belki benimle bunu deneyimlemeyi kast ettiysen..


Hani oyun sona erecekti ve bu perde kapanacaktı elbet?


Hani bir merdiven başında beni bekleyecekti meleklerin ve notalara basarak ilerleyecektik bir mühlet?


Hani, "Bir bu kadar daha dökeceksin." demiştin yağmurlarını, bana ait olmayan bu kara bulutların?


Bir bu kadar daha olmadı mı bir tanem?


Bir bu kadar daha, olmadı mı?