Konusu, askere diye götürülen köydeki erkeklerin bir daha geri dönmemesi veya dönerse bile ırmakta ölü olarak bulunup döndüğü köydeki kadınların, yani dulların çektikleri acılar anlatılıyor.
Ailelerin erkekleri 15 yaşında veya kundaktaki oğlanlar olan bu köyde herkesin isteği; ölülerini dinlerine uygun gömmek ve yasını gereğince tutmak, kısacası dulluk görevlerini yerine getirmek. Ama erkeklerinin yaşıyor olması umudu ile nehirden çıkan ölülerden biri olması umudu, onların en büyük acısı ve çıkmazları. Bu çıkmazda olan Sofia başta olmak üzere diğer kadınların ırmak başında nöbet tutuşları ile bitmeyen, tükenmeyen direnişine şahit oluyoruz.
Okurken etkilenmemek, o acıyı hissetmemek mümkün değil. Yeri geldi mi o yası tutan yeni gelin, her an götürüleceğini hissederek yaşanan bir oğlan ya da ailesindeki bütün erkekleri kaybetmiş bir büyükanne oluyorsunuz.
Anlatımı yer yer farklı kişilerce dolanıyor ve geçişler hızlı, bundan dolayı dikkatli okumak gerekiyor.
Ölümün kol gezdiği ve ölümün nöbetleşe beklenildiği bu köyde yaşananları yazar romanın şu son cümlesiyle özetlemiş.
"Ölü, yeni doğmuş bebek gibi kucağımızda sallanıyoruz."