akşamüstü nasıl duruyor etimde
-ivo, kan nasıl yer etmiş gözümün beyazına-
bolca küfür, ağır, akışkan tütün
mecmualardan kesilmiş cümleler
-mecmua dedim evet-
kan alnımda cepheler halinde şaklayıp
sırtıma indiriyor incir ağaçlarını
mecmualarda dar ağacında çocukların resimleri
bir şeyler oldu kalabalığa, huzursuz
uçan halılar ve borsa üzerine konuşan kalabalık
bir an olsun dönüp baktı titreyen cam kenarı piçlerine
ışıklardan geliriz
hey
uzakta ışığı yanan kerpiç evlerden
direksiyon tutarız ve çelik işleriz
-kömürden bir ağrı saplanır ciğerimize-
gırtlağımızda yara izleri, kağıt kesiği
her yanımız yaralanıp çürür
etimizi çapalar nasırlı eller
ve onca gayret boynu "kırık"
büyük bir gürültüyle devrilir sizin yüzlerinize
iyi çirkinlik ve noktayla virgül gibi
kar yanığı iyilik ve güzellik
-hiç anlam-
kovaladığım traktörler, römorklar
yonca tarlaları, cenaze ibadetleri
bir köylü sağ omzunun üzerinde direniyor toprağa ve taşa
tam buraya layık bir tekerleme
"külhan içi bit pazar"
el el epenek,
elden düşen kepenek
kepeneğin yarısı, kara koyun derisi...
-tam göğsüne layık bir çiçek ölümüm-
memelerin simsiyah, uzak, alıngan
memeleri sapsarı, yakın, hoyrat
biz varız hey
aydınlık çocukları cenazelerin
yanakları kızarır dua ederken bile
güle dokunmuş elleri
bin kere kendisinden ayrı
onca kadın aklında
kızarır elleri, oyun oynarken gizlice
uzanmış yüz üstü çıplak kadın, ölü
nefesi solgun, saçı açık, omuzları geniş
yüz altında toprak,
-teni topraktan koyu-
başucunda ben
hiç cebinden ayırmadığı
eskiden bakıp neşeyle gülümsediği
belki bir düğme, belki bir ayna
darmadağın bir erkek yüzü ben
nefes almayışını seyrediyorum
ekşi tadı parmaklarım ucunda
izliyorum doğurgan rahminde kalmayan şevki
mürekkep tadında dudakları, mor
-tam şu an yüreğimde bir kasıntı-
ellerim şakaklarımda öpüyorum her yanından
ölü ruhu ve bizim olmayan toprak
açmış bağrını bekliyor
gizliden gizliye kullandığım adımı
kendi adımla gömüyorum yazdığım
yaban şiirleri...