Bir kan damlası düştü gökyüzünden, avuçlarıma. Uzunca ve sessizce ellerimin kızıla boyanışını seyrettim. Gözlerim rahatsız olsa da , ellerim yabancısı değildi yoğun ve akışkan tanelerin. Ne titrediler ne de oynadılar yerinden.

Bir sokaktı olduğum. Heryer bembeyazdı. Kimsecikler yoktu ortalıkta, bir ben bir de üç beş dostumdan başka. Onları da yolda edinmiştim. Bir ses , bir koku , bir dokunuş umuyorlardı fakat yoktu kimseleri yoktu kimsem.

Çünkü korkuyordu insanlar benden , bizden.

Dostlarımdan. Her havlayışları her uluyuşları titretiyordu insanları , benim her bakışım gibi.

Çölde açan cicektik oysa , avuçlarımız yeşermişti güzelliğin ağırlığından. 

Dostça yaklaşıyorduk, kuşlara , ağaçlara ve insanlara.

Kaldırım kenarları değildi, meyhane köşeleri değil. Aradığımız umut zerresi dağlardaydı, yemyeşil ve sessiz sedasız uyuyan dağlarda .

Yok mu diyorsunuz. Göklere bakın o halde , masmavi göklerde ara sıra uzanan, Bazen öfkeden göğü bile karartan , Bazen ise usulca kimseye ses etmeden kaçıp giden bulutlara , biz oradaydık.

Kimse bilmiyordu türkümüzü, doğru. Çağırmak gerekti, söylemek gerekti dört bir yana , kendine yanık şairin ölüm ezgisini. Bir duysaydı ah insanlar , Bir duysalardı, gözleri fırtınaya döner, kulakları sağırlaşır kalpleri kanardı. 

Biliyorduk bunu lakin ölmek mi lazımdı sırf emir içeriden geldi diye , sırf yanıyoruz diye büsbütün vazmıgeçmeliydi kendinden.

Geçemiyorduk. Sokaklar, şehirler, ülkeler üzerimize geliyor, Yaşam bize durmaksızın felaketlerini gösteriyordu , olsun , göstersin istediği kadar. Doğa kime savaş açıyordu?

Kendi yarattığına degil mi ? Kim kendisini vurabilirdi ki , gözlerinin içine baka baka .

Yine de ufak tefek umut kırıntıları vardı içerimizde halen, tüm olanlara rağmen , bir gün yeşereceğimize dair , zindanımızı ellerimizle paramparça edip, özgürce koşacağımız günlere dair , inancımız vardı.

Ve bekliyorduk , bekliyorduk usulca o günlerin gelmesini.

Geceleri hatırlatarak ve gündüzleri unutturarak yasıyorduk , şimdilik.