Vakit, köhne bir dükkanın raflarından alınmış tütünümün son nefesleridir.
Bıraktım akrebi yelkovanı, takvim yapraklarına vuran sert rüzgarı dindirecek gücüm kalmadığından bu tatsızlığım.
Nedir her şeye bu kadar mana aradığım, nedir her şeye bu kadar manasız yaklaştığım, nedir bu arada kalmışlığım? Bilemedim.
Sanki ütüsüz gömleğimin aldırış etmeden, bakmadan iliklediğim düğmeleri birer birer yanlış yuvaları girmiş de artık böyle her şeyin şirazesi kaymış gibi. Bozuntuya vermeden bırakmışım üstümde. Gariptir bazen yakışmış, bazen alışmışım gibi.
Başarısız provalarım birikmiş sanki düne hınca hınç, hani o iple çektiğim büyük oyun yarın gibi. Böyle burada oturmuşum bugün, araf çökmüş her yana. Ne dün söylenildiği gitmiş, ne yarınlar bitmiş. Ben burada, böyle, bugün…
İnsan olmanın acısı mı, varoluşun bilinmez sancısı mı? Dindiremedim. Adı yok da hep bir tarifi var işte. Bağırıyor büyümemiş yanım; "Kuş olsaydım ulan keşke!” olsaydım da çatlayana kadar öyle dosdoğru uçsaydım. Uçsaydım da koca gökyüzü yine aynı yere getirseydi beni. O zaman anlardım meselenin kuş olmak, insan olmak değil de bambaşka olduğunu. Yine de kuş olmayı isteyen yanımın uçma hevesini kıramayışımı…
Ok gibi delice germişim yayımı, hesapsızca germişim bütün sivri yanımla bilmediğim uzaklara o kadar güçlü varmak için. Bir de bakmışım koparmış atmışım kurtuluşumu. Öyle olduğum yerde kalmış, varamadığım uzaklara dalmışım. Kabul etmemişim de kabullenmişim gibi.
Artık umudun adını sadece o uzaklara bırakmışım. Dilim dönmüş eskilerden bir türküye, çıkmaz sokaklarda dolanmışım. Günbegün yaklaşmış, yaklaştıkça varamamışım. Boynu bükük durakların adı, yolcularımın ilhamı olmuşum.
Tutunmaya hep bir mücadele vermişim de tutunamayanların o garip hazzına varmışım bir kere. İştahsız oturmuşum sözde kalabalık sofralara, acı acı doymuşum.
Tütün içilmiş, bitirmiş kendi kendini de farketmemişim. Ne kağıdın canı dayanmış, ne kalemin sözü bitmiş. Bense yine iki arada kalmış, kendime sarılmışım bu gece…