Başlıkta gördüğünüz cümle X'de karşıma çıkan bir psikolog hanıma ait. Cümleyi ilk okuduğumda düşündüm; Benliğinizle Uyumlu Bir Hayat Yaşayamamak. Üzerine fazlaca ve çok yönlü düşünülecek bir konu. Benlik ve ona uygun bir yaşam...


Aslında ilk önce insan şuradan başlıyor; Ben kimim? Neden/ne için yaşıyorum? Hayattaki amacım ne? Kısacası insan önce öze, kendi özüne inerek başlıyor. Çünkü hayatınız/hikayeniz tam olarak kendinizi çözdüğünüzde, kendi benliğinizi, potansiyelinizi keşfettiğinizde başlıyor.


Gelelim onu keşfedip bulduktan sonraki hayatınıza...

Bazı insanların bu konuda çok şanslı olduğunu düşünüyorum. Özellikle karşılıklı anlayış, sevgi ve saygının hakim olduğu ailelerde yetişmiş kişiler için. Maalesef ki herkes aynı, eşit şartlara sahip değil ve bu maddi/manevi her yönden insanı ve yaşantısını etkiler.


Ailenizle farklı görüşlere, hayata bakış açısına sahip olmanız özellikle aile yapınızla ilgili olarak benliğinize uygun yaşamak çok zor. Çünkü onların bir alıştığı düzen var ama sizin her şeyinizle onlardan farklısınız. Kabul edemiyorsunuz. Özgürlüğünüze saygı duyulmadığını, fikirlerinize kötü ve “bize uygun değil” dedikleri için içinizde sürekli uhde bırakıldığını düşünüyorsunuz. Hatta yaşayamadığınız her şey size üzüntü, stres ve depresyon olarak geri dönebiliyor. Çünkü sizin hayal edip yapmak istediklerinizi, içinizde hep uhde kalanları veya çeşitli nedenlerle yaşayamadığınız hayatı başkalarını yaşarken görmek acı veriyor ve kabuğunuzdan çıkıp onlar gibi özgür ve mutlu olmak istiyorsunuz. Bunu nereden mi biliyorum? Oraları çok karıştırmayalım :)


Hani derler ya “doğduğun ev kaderindir” bazen gerçekten de böyle. Siz zincirleri kıramadığınızda doğduğunuz ev kaderiniz oluyor. Bu şu demek aslında; Alışılagelmiş düzenin içinde varlığınızı sürdürürken bir şekilde kendinizi keşfetmeye başlarsınız. Bazı şeylere layık olduğunuzu ancak bunlardan mahrum olduğunuzu düşünmenizle başlıyor. Sonra yavaş yavaş çevreden gelen tepkiler, bazı düşüncelere/davranışlara gelen el alem ne der? saçmalığı vs. vs... bu böyle uzayıp gider.


Bazen zincirlerinizi kıramıyorsunuz. Belki mecburiyetten belki de korkularınızdan. Çünkü bazı insanların kendi evlerinin içinde ifade özgürlükleri kısıtlıdır. Yani bazı insanlara fazlasıyla muhtaçtır veya farklı gerekçeleri vardır ve kendini ifade ederken zorlanabilir. Ancak zamanı geldiğinde bu zinciri kırmayı başardığınızda mutlu bir insan olacaksınız. Bu zinciri kırmak çok meşakatli ve fazlasıyla yorucu. Bu da aile içinde başlıyor aslında.


Her insan atalarından gelen mirası, düşünceleri, gelenek/görenekleri taşır yansıtır. Gün geçtikçe bu mirasta o anki döneme, şartlara göre değişiklikler olabilir. Yukarıda bahsettiğim doğduğun ev kaderindir cümlesi tam olarak budur. Çünkü herkes birbirine bağlantılı yaşıyor. Ancak insan okuyarak, düşünerek, saygıyı ve sevgiyi hayatına yerleştirdiğinde ve ihmal etmediğinde aslında doğduğunuz ev kaderiniz olmaktan çıkıyor. Çünkü birbirine saygı, anlayışla yaklaşma devreye girdiği için mesela el alem ne der? saçmalığı devreden çıkıp ben derim/ne istiyorum/bununla mutlu muyum? kısmı devreye giriyor. Çünkü insanlar kendilerini mutlu edecek şeyler yapmak ve yaşamak isterler.


Saygı, sevgi ve anlayış görmeye, kendi içinden geldiği gibi yaşamaya başlayınca insan mutludur ve hep bunun üzerinde durup buna riayet ederek yaşamak ister. Gün geçtikçe de insanoğlu özgürlüğünü, varlığını ve kendi benliğini ortaya koyarak yaşamını sürdürmekte. Tabii her ne kadar bazı insanlar bu kadar şanslı değil ama dilerim bir gün zincirlerinden kurtulup özgürleşmek isteyen herkes zincirinden kurtulur ve kimseye zarar vermeden tabi özgürce yaşayabilir.