ikinci sayfa -


oysa benim için hayatın güzel olduğu zamanlar sadece oturup izlediğim zamanlardı. özne olmadan bir virgül gibi kıvrak, bir nokta gibi sessiz, belki bir üç nokta kadar sitemli...

kendi vücut ağırlığımdan daha ağır olduğuna iman ettiğim kafamdaki soru işaretlerinin, kurguların ve belirsizliklerin akşamüzeri üstüme çöken o hallerle sıvılaştığını, suya döndüğünü içimin organlarına taşıp oradan aklıma ulaştığını düşünüyorum, sıvılaştıkça daha çok saldıran dalgaların bazılarında eskiden kaybettiğim bazı fotoğrafları belli belirsiz şekillerle görüyorum. Bak mesela şuradaki henüz on yedisindeki ben, yüzümdeki o şey umut değil mi?


Hayatın ebeveynler tarafından sonsuz bir zorluk ve karmaşa ile anlatıldığı, öğretildiği, aslında var olan şeyin günlük nefes alma, yeme içme ve boş zaman arayışları olduğu gerçeğini her şeyin biraz geç olduğu yaşlarda öğreniyor insan.

ben mesela bir savaş gibi yaşadığım yılları daha 'içeride' kalarak, belki de bir ağaç gölgesinde gölgelenir gibi geçirmek isterdim. peki bu mümkün müydü? tabii ki hayır...

öyleyse bana yüzlerce nefis hatalar yaptıran şey neydi? genç olmanın damarlarda dolanan kanın hızıyla izah edildiği kitabi boş cümleler neydi? peki ya kompozisyonların giriş, gelişme ve sonuç akıbetinde açıklanan formülasyonu insan hayatı ile de açıklanabilir mi? kanımca bu mümkün.

hatta belki bu şekilde uzun bir maraton sanıp dağıldığımız hayatın etaplarını kısa maraton parkurlarıyla daha derli toplu geçirebiliriz.

geçmişin en güzel yanı onunla ilgili artık hiçbir şey yapılamayacak olması demiştim, güzel olanı hatırlamaktan, kötü olanı unutmaya çalışmaktan başka yapılacak bir şey yok.


"güzelsin 

ama oturup yağmurlu bir akşamda

hayatın bıraktığı kapanmaz izlerden söz edemeyeceksek seninle

bunun pek de bir önemi yok..."


yalın ayak yürüdüğüm deniz kenarında kuma bıraktığımız izler gibi... belki de bütün olan biteni bu kompozisyon ödevimizin. Bir dalganın insafına, bir öğretmenin bakışına, belki biraz da şansa ihtiyacımız olduğunu anlamaktan geçiyor hayatta kalabilmek.

ve fakat kalabilmenin bir başarı övgüsü olması mı daha can sıkıcı yoksa kaldığında olan bazı şeylerden duyduğun pişmanlık mı? sayıklıyorum kendi kendime... dudağımın küçük mimiklerle oynaması hafif bir rüzgarda dalların oynaması gibi... şimdi, diyorum, ben tam şu anda burada, bu durumda bunları mırıldanmayı bekliyordum değil mi on yıllardır? ağzımdan çıkan sözcükler bu sesi bekliyordu... hayat bütün bunları bekliyordu.


ben bir şeyi beklediğimi bilmiyordum.