Zaten kalabalık olan sokağa kurulmuş, kimi uzun kimi kısa; meyve, sebze, kıyafet ve daha bir sürü farklı şeyi de içinde bulunduran; alışveriş yapmaya gelenler, satıcılar ve mahalle sakinlerinin balık istifi gibi görünmesine sebep olan; sesleri kulağını tırmalayan bu eski moda bulduğu pazarın içinden geçerken kafasını bir kere olsun kaldırmadı Y. Yol boyu eliyle ezdiği izmaritin pek de ağır olmayan kokusu parmaklarına sinmiş, rahatsız olmadığı halde yırtık ve izmaritten daha kötü kokan ceketinin iç cebindeki nemli peçeteyle izmaritin sindiği parmaklarını sildi. Uzun zamandır ertelediği bir şeyi nihayet yapacak olmanın hissettirdiği huzursuzlukla gideceği yere temkinli adımlarla yürüdü.


Daha önce durup detaylı incelemediği, epeyce yüksek, inşaatı yarıda bırakılmış metruk binanın çatısına dinlene dinlene çıktı. Aklında biraz oturup doğduğundan beri dışına çıkmadığı, ona hiçbir şey katmamış, hatta çoğu şeyini almış bu küçük ve aşağılık şehirden kurtulmak adına kendini buradan aşağı bırakmak vardı. Tek istediği hiçbir şey düşünmeden birkaç dakika öylece durabilmekti. Yapamadı. Çok geçmeden çatının kapısı aralandı ve sol ayağı topallayan, saçları yana doğru taranmış, sakalsız, takım elbiseli, uzun boylu ve yaşlıca bir adam yanına oturdu. Cebinden tütün tabakasını çıkarıp tütününü dikkatlice sararken ona döndü.


-Ben günaşırı buraya gelirim, seni daha önce hiç görmedim.

-İlk defa geliyorum.

-Neden? İntihar etmek için mi geldin sen de? Dedi, kısa süren bir kahkahanın ardından.

-Bilmem, belki, dedi sıkılgan ve kısık bir ses tonuyla. Tütününü son kez tüttürüp söndüren adam bu defa babacan bir tavırla "neden" diye sordu.


Y. bu soru karşısında daha önce kimseyle dertleşmediğini, dahası hayatında dertleşebileceği kimsenin olmadığı gerçeğini fark etti. Yalnızdı. İntihar etmek için geldiği bu yerde neden intihar edeceğini hevesle bir yabancıya anlatacak kadar yalnızdı. Öyle ya uzun zaman olmuştu kimseden günaydın bile duymayalı.


-Eee genç adam anlatacak mısın? diye böldü yaşlı adam düşüncelerini.

Tam anlatmaya başlayacakken acınası hayatının yüzüne vurmasıyla boğazı düğümlendi, gözleri doldu, anlatmaktan vazgeçti. Konu değiştirmek umuduyla söze başladı.

-Siz neden buradasınız? Denizi seyretmek için mi?

-Deniz mi? Haa şu karşıdaki çöplerin içine karışmış kirli suya mı diyorsun? Yok canım, onun bakılacak bir tarafı mı kaldı güzelim maviliği ne hale getirdiler. Sen otuz-otuz beş sene önce görecektin buraları; pencereye çıktın mı deniz kokusu gelirdi burnuna, tabii sen nereden bileceksin, eskidendi o günler. Başını mı şişirdim yoksa?

-Yok, dinliyordum, devam edin lütfen.


Yaşlı adam yarı güleç yarı hüzünlü bir yüz ifadesiyle özlemini duyduğu o eski güzel günleri nefes almaksızın anlatmaya devam etti. Bir süre sonra cebinden çıkardığı kasketini başına geçirdikten sonra durdu, artık tamamen hüzünlenmiş bir şekilde sustu. Y. adamın yüzüne bakıp tekrar önüne döndü.


-Yalnız mı yaşıyorsunuz, bir aileniz var mı burada? Diye sordu.

-Bütün ailem bu şehirde, sadece onlarla konuşamıyorum.

-Nasıl yani, neden?

Yaşlı adam az önceki yüz ifadesiyle tekrar konuşmaya başladı.

-Yani demek istediğim, ailemdeki herkesi bir yangında kaybettim. İki kızımı ve eşimi. Onları buraya gömdüler, tam... tam otuz beş yıl önce.

-Yani bu demek oluyor ki yalnızsınız, kimseniz yok.

-Hayır değilim. Bak genç adam; sevdiklerinin, ailenin şu an yanında olmaması seni kimsesiz yapmaz, eğer öyle olsaydı, bu onlarla geçirdiğimiz anları ve anıları hiçe saymak olmaz mıydı? Hiç kimse kimsesiz ya da yalnız değildir, henüz ailesini bulamamış ya da onlardan ayrı kalmak zorunda kalmış kişiler vardır. Güvenebilirsin, altmış dokuz yıllık hayat tecrübem bu konuştuklarım. Eğer bir gün kendini bu dünyada yalnız hissedersen...

-Peki ya aileni bulamamışsan? O zaman da yalnız sayılmaz mısın? Yani herkesin ailesinin olması, sevmesi, sevilmesi şart mıdır? İnsanı hayatta tutan aile ya da sevgi midir? Diye art arda sorular yağdırdı Y., uzun zamandır cevabını aradığı şeyi yalnız bu yaşlı adam biliyormuşçasına. Adam tabakasından bir tütün daha çıkarıp sardı, bir kere tüttürdükten sonra konuşmaya başladı:

-İnsanı hayatta tutan, insan eden şey hayal etmektir, hayal ettiklerini yaşama umudu ve nasıl olacağının merakıdır. Sevgi bunların yanında hayatı güzelleştiren katlanılabilir kılan şeydir.

-Umut ettiğin hiçbir şey yoksa?

-Herkesin umut ettiği bir şey vardır, hiçbir şey yoksa bile bir şeyleri umut etme umudu vardır.


Y. yaşlı adamın söylediği şeyleri düşündü, haklıydı. İnsanın en azından umudu olmalıydı. Hayatını bir tek kendisi yaşamaya değer kılabilirdi ve bu zamana kadar bunun için hiç çabalamamıştı, sevdiklerini kaybetmiş ve hayatının tek başına bir anlamı olmayacağına karar vermişti. Yıllardır bir ağaçtan farksız, kimseyle tek kelime etmeden, neredeyse hiç dışarı çıkmadan bitik ve yalnız bir şekilde devam etmişti hayatına. Bir şeylerin değişmesini istemiş ve buraya gelmişti fakat şimdi fark ediyordu, buraya gelmek onun için bir şeyleri değiştiremezdi, aksine son verebilirdi. Ta ki ona fark etmeden de olsa yol göstermiş bu yaşlı adamla tanışana kadar. Uzun zamandır aradığı şeyi bulmuş olmanın verdiği hafifliği her hücresinde hissetmek istedi. Çok uzun zaman sonra belki de ilk defa etrafına baktı, neler olup bittiğini ilk defa görmek istedi. Yaşlı adama döndü, gözünden akan iki damla yaş ve gülümseyen bir yüzle teşekkür etti. Binadan aşağı indi, derin bir nefes aldı ve etrafı izleyerek yavaş adımlarla, içinde bir parça umutla, tüm bedenine ve ruhuna yayılmış yaşama isteğiyle yürümeye devam etti.