Dünya mı dönüyordu yoksa başım mı bilmiyordum

Belki de dünyayı bazen başımda taşıyordum

O ise sadece konuşuyordu

Sulu ve tatlı, çiğitsiz mor üzümler gibi

İstediğim kadar ağlayayım, gözyaşlarımın ilk kez bükemediği parlak ses dalgaları yayıyordu etrafıma

Yüzünün bir parçasına sırt üstü uzanmış ince dudakları

Her açılıp kapandığında beni güzel şeylerin varlığına inandırıyordu

Yıllar sonra dünyanın hastalıklı uzuvlarından biri olduğumu düşünmeyi bırakmam gerektiğini hissettiriyordu

Kendim olmaktan bahsediyordu, kedilere evler yapıyordu

Bir gece

Ruhum bir kadının çenesindeki bağda kaldı

Kayıp ettiğim çok şey vardı

Ve bütün yıldızlar yalnızca oradan görünüyordu

Ellerim hep bende, oysa altında katı kalabilmek ellerimde değildi

Ruhumun bedenim için bir sıvıya dönüşmesi...

Sulu, tatlı ve çiğitsiz üzümlerden

Yolum bir kere düşmüştü bağına, kanamadı

Bir daha da kalkmaya niyeti yoktu

İstese de kalkamazdı

Akşamları kenarlarında çiçekler uyuyordu