Kendi mahallenizdeki evleri içinize yerleştirebilirsiniz. Kırık dökük de olsa, ne kadar kötü, ne kadar küçük de olsa içinde yaşayan kişi için belki de o evi küçümsememelisiniz. Hatta o eve daha anlayışlı ve iyi niyetle bakmaya başlarsınız. "Ev kaç yıllık, depreme dayanıklı mı, acaba kaç odası var?" gibi sorular sorar mısınız bir süre sonra? Ben sormadım, sizi bilemem. Ben genelde tanımadığım evin duvarları hakkında düşünür dururum. Sorular sorarım kendime: "Acaba kimler yaşıyor, yaşadı? Nasıl insanlardı?" Hep gördüğünüz fakat aklınızda cevapları olmayan o evi siz de gördünüz. Belki bakıp geçtiniz yanından, belki de bakıp içinizden ne kadar kötü, ne kadar pis dediniz. İçinde yaşayanları umursamadan geçtiniz gittiniz bahçesinden. O evin bir zamanlar mutlu bir aileye ev sahipliği yapmış olabileceğini hiç düşünmediniz mi? Bahçede top oynayan çocukları, evin büyüklerinin yemek hazır olup seslendiklerinde o duvarlarda yankılanan seslerini hiç duydunuz mu? Uzun bir yolculuk yaparken otoyolda gördüğünüz kenardaki o tek tük evler neden kendini şehirden uzaklaştırmıştır ki... Şehrin yalancı kalabalığından bıkmış mı o duvarlar, şehirli duvarlardan sıkılmış mı acep o tuğlalar? Eksik malzeme kullanılmasına göz yumamamış mı o kiremitler? Belki gece yatarken arabanın, asfalt üzerinde çıkardığı sesinde uyumayı seven birisi yapmıştır o evi. Yanından geçtiğiniz hangi ev için düşündünüz ki bunu? Yanınızdan geçen insanlar kadar düşündüğümüz bir şey var mı? Varsa yoksa insan... İnsanı insan yapan şeyleri düşündük mü? Ev mi insanı insan yapar, insan mı evi ev yapar? Ev nedir ki? Ev benim için her yerdir. Ev: mutlu olabileceğim, insanlarla hayatımın sonuna kadar duygularımı paylaşabileceğim bir park, bir bank, bir uçurum... Ev güvende hissettiğin insandır. Ev seni kabul eden birisidir. Seni düşünen duvarlardır ev. Ama bu duvarlar yüksek değil, aşılamayacak kadar büyük değil. Bazı evler vardır; almak için, onu kazanmak için çok uğraşırsın. Önünde sonunda o eve sahip olursun, dört duvarın içinde kendi sesinle tanışıp, belki de sesinden soğursun. Ev seni kazanmak için uğraşsaydı duvarlar sana cevap verebilirdi. Sadece seni sana göstermek için ona sahip olmanı beklerdi.

Yine daldan dala gezdim. Ben ev olsaydım nasıl bir ev olurdum peki, ondan bahsedeyim. Ufak bir tepede olurdum. Ağaçların içinde, uzaktan görenlerin merak içinde bakabileceği bir yerde olurdum. Bir bahçem olurdu, bahçemin yarısı çimenliklerden oluşurdu. Sahiplerimin, çocuklarının, tanıdıklarının o çimenlerde oturup saatlerce konuşmasını dinlerdim. Bahçenin diğer kısmında kendi toprağımda yetiştirebileceğim ağaçlar olurdu. Onlar her kuruduğunda ağlardım. Belki ağlamam bir zelzele gibi hissedilirdi. Çocukların ağlamalarını duyunca kesilirdim, susardım. Çok da büyük olmazdım. Büyüklük yalnızlığı getirir ne de olsa. Boş odam olsun istemezdim. Boş oda oldu mu duvarlarım sıkılırdı. Bodrum katım olurdu. Bodrum katımda sahiplerimin eski eşyalarına, unutulmuş anılarına bakardım. Anılar üzülmesin, onlar yalnız kalmasın diye bodrum katını kapalı tutardım. Genellikle açtırmazdım orayı. Anıların, geçmişin gelecek ile olan yüzleşmesine tanık olmasını istemezdim. Hüsranı getirecek çoğu şeyi göstermezdim. Bazen elektriklerimi keserdim. Sahiplerim gölge oyunu oynasın diye, duvarlarım sahneleri olsun diye... Çok yetenekli duvarlarım olurdu. Her gölgeyi mükemmel bir şekilde taklit edebilen, eksiksiz bir simetri ile parmakların şeklini gösterebilen... Bazen hiç olmadık yerde arıza çıkarırdım, ilgi görmek için. Benim de var olduğumu unutmamaları için. Gerekli özveriyi göremez isem kırılır dururdum. Dökülürdüm...


"Bedenin bir ev olsaydı eğer, kalbin hangi kısmı olurdu?" diye sordum.

"Balkon." dedi.

"Neden?"

"Çünkü..." dedi. "Sevdiğim çiçek bir tek orada açıyor ve ben yalnızca oradan yıldızları seyredebiliyorum."