Hep yazmak istiyor ama bir türlü o sayfayı açıp da kendisinden duyduklarını kağıda dökmemiş.


”Şiir yazmaya geldim. Kalemi unutmuşum. Kalemsiz şiir yazılır mı hiç? Kalemle de yazılmaz bence. Şiir yaşanır, yazılmaz. Öyle işte.” 


Bir şiirin parçaları gibi uzanıyor yanında. Bükük dizleri ve parmakları konuşuyor. Uyur gibi ama uyumaz. 


”Bilgisayarı kim getirecek şimdi içeriden diye üşenip yazamadığım öykülerin sorumlusu benim. İçim dolu dolu ama hiçbirini bırakasım yok. Bu öyküyü artık bitirmem lazım yoksa ben benimle aramı çok fena halde bozacak. Amaan!” 


Bir fotoğraf karesi. Bir kadın, masanın başında oturmuş boş bir ekran sayfasına bakıyor. Yanında kahve bardağı duruyor. Kırmızı kumaş bir şort giymiş. Masası kağıtlarla ve ıvır zıvırla dolu. Uzatma kablosu ile çektiği çoklu prizde evindeki tüm elektronik cihazların fişleri takılı. Salonda oturuyor. Karşısında bir televizyon var ama kapalı. 


Kahvesinden bir yudum alıyor. Dışarıdaki helikopterin sesini duyunca dikkatinin dağılmasına izin veriyor. Duruyor. Düşünüyor. Derin bir nefes alıyor. Kendisini kendi standartlarından, olması gerekenlerinden, dünyanın lastiklerinden kurtarmaya ihtiyacı var. Yazmayı sevip sevmediğini ancak yazarak anlayabilir. 


Sonunda ilk satırlarını yazıyor: “Bir fotoğraf karesi. Bir kadın masanın başında oturmuş boş bir ekran sayfasına bakıyor”.