Birkaç saat önce ayrıldığım noktaya, birkaç saat önceki benliğimden kopmuşçasına, sanki apayrı, geri döndüm. Benliğin ayrışması ya da dönüşmesi bu kadar basit mi? Susmam gerek, kendimi kandıracağım.

Çeyrek yüzyıldır üzerimde oluşturulmaya çalışılmış projelerin birkaç saat içinde yerle yeksan olması, bu kılıfın üzerimde ne kadar eğreti durduğunun kanıtı mıdır? O’nlarca değil. Henüz değil.


Az önce karşımda ölüm vardı; silahını tam alnımın ortasına dayamış, maskeli bir çehreyle çıkmıştı karşıma. Ölüm, bedene bürünmüştü ve ben az sonra O olacağımı biliyordum. Ölüm olmak ne büyük güç. Ölüme sunulmak ne büyük acizlik. Ölümün önüne fırlatılıp O’na karışmaksa tam bir insan işi.


Bir gergedan da ölecektir, bir kaktüs de. Ama hiçbiri bunu beklemez; aniden olmaz- ama olur işte. Olacağını bilmek, olmayacağının habercisi gibi gelmez onlara. Ama benim alnımda ölüm vardı. Ben bunu biliyordum.


Gerçeği bilmek, gerçeğin varlığında bir kıpırtı yaratmıyordu; onu yok etmiyor ya da doğurmuyordu. Gerçek vardı ya da gerçek yoktu; benden ve senden ve ondan tamamen bağımsız olarak. Alnıma dayanmış silahı, gözlerimi kapatarak yok etmeye çalıştım ama benim alnımda silah vardı. Silah, bunu biliyordu.


Birkaç saat önceki noktadayım, tek başıma. Birkaç saat. Sadece birkaç saat. Tek başıma. İki kişi değil, tek başıma.


Yalan söylüyorum. Ben hiç tek başıma olmadım. Benim bir saatim asla altmış dakika olmadı. Bir mevsimlik mola verdi tarlalar ama her mevsim; bir mevsimden az ya da fazlaydı.


Yer aldığım nokta herhangi bir yer veya hiçbir yer değil. Neredeyse bomboş bir meydan; tek tük insanların yer aldığı, tam ortasında bulunan saat kulesi ve bankların etrafında toplanmış kumrularıyla sadece bir meydan. Saat kulesinin dediğine göre insanlığın günü henüz başlamak üzere. Ben ona katılmıyorum.


Bugünün saati yok. Aynı anda hem akşam hem sabah; öğle araları yok. Hava karanlık ama ben başımı kaldırdığımda gökkuşağını görüyorum. Güneş doğduğunda gece uyanıyor ama tam tersine gündüzler de soluklanabilir. Sabah ve akşamın karşılaştığı bir an var ve bugün, tam o anda kaldı. Sonsuza kadar kalacakmış gibi devinim halinde koşturması var. Silah hep alnımda.


İki kişiden biriydim; iki kişinin buluştuğu tek bedenle onların karşısına çıkıyordum ve onlar beni Bir biliyordu. Hayır. Bir değildim, İki veya Üç de değildim; Yüz’düm, Bin’dim ve sayamadığım sayılar. Bir tanesi öldü. Alnıma dayadığı silahla, maskesiyle, karşımda öldü. Maskesini çıkardı ve maskesini çıkardığı anda gözlerimin önünde, alnımda silahın izini bırakarak öldü. O öldü ve bana iz bıraktı.


Anlıyor muyum? Evet. Maskemi yoluyorum.