Beş yaşından itibaren hayatının çoğunu sokakta geçiren, hayatındaki zorluklara "Bir gün her şey çok güzel olacak" deyip dayanan birinin hikayesinin ilk bölümü aslında bu. Şu an yirmi üç yaşında olan adamın, hâlâ aklından çıkaramadığı şeyleri yazacağım.

İnsanı olduğu kişi yapan şeyler yaşadığı tecrübelerdir, derler. Bu adam, hayatın henüz çocukken ona yaşattıklarını bile başkasına ayrıntılı anlattığında, karşısındakinin gözyaşları durmuyordu. Bu çocuk nasıl dayanmıştı ki?


Toplam iki apartmanlı, şehirden hafif uzak bir bölgeye ailesiyle beraber taşındı çocuk. Beş yaşında topun peşinde bütün gün koşarken, insanlara tüm neşesiyle yaklaşırken çocuk, ona hayatın neler göstereceğinden ve yaşatacağından habersizdi. Öyle olmaz mı zaten?


Çocuğun günleri, gece vaktinde babası eve gelinceye kadar neşeliydi aslında. Babasını görmek için tüm saf duygularıyla özlediğinden, gece uyumayıp onu bekler, geldiğinde uyumadığı için güzelce dayağını yer ve ağlayarak uyuyakalırdı. Bazen gece boyu tuvalete kilitlenirdi, bazen evden dışarı atılırdı. Ancak ertesi güne tekrar hayat dolu şekilde devam eder ve geceyi unuturdu. Üst katında oturan dedesi, onunla gün içinde top oynar, akşam en sevdiği çikolatayı alır, futbol maçlarına götürürdü. Bir zaman sonra çocuk, dedesine baba demeye başladı. Onunla çok mutluydu, öz babasıyla ise...


Dedesi, babasına çok kızdığı için çocuk ona yediği dayakları anlatamaz, olayların iyice büyümesini istemezdi. O yaşta düşündüğü şey bile ileride nasıl biri olacağının ipuçlarını vermişti. Ancak ileride çocuk bu duygularını bastırmak zorundaydı. Hayat böyle geçmezdi çocuk.


Zaman geçmiş ve çocuk futbol takımına girmişti, dedesi ise çocuğun tüm maçlarına gelir ve tribünlerde onun için tezahürat yaptırırdı. 15 numara! 15 numara! Çocuk 15 numara formasını hâlâ saklıyor.

Çocuğun futbol macerası, servisi en son onun evine gittiği için babasından yediği "geç geldin" dayakları ile bitmişti. Baba diyemiyordu artık. Dedesine baba deyip, ona baba diye sarılıyordu.


Ortaokul zamanı geldiğinde yine taşınmışlardı. Aile kopuk, para yiyen bir baba. Baba dediği dedesinden uzaklaşmış, kendini eve kapatan ve stresi yüzünden aldığı kilolarla dalga geçilen, arkadaş edinemeyen bir çocuk.

Çocuk, ortaokulda yediği bir dayağı şu an hâlâ unutmadı. İnsan, iş arkadaşıyla beraber babası tarafından dövüldükten sonra işlek bir yola atıldığını nasıl unutabilir ki?


Ailesi koptu, anne baba ayrıldı. Yine taşındı çocuk. Liseye geçmeden önce bu kiloyla yeni insanlarla tanışamayacağını ve dalga geçileceğini düşündüğü için bütün gününü spora ayırdı. Yazın tam tamına yirmi üç kilo verdi. Arkadaş edinmeye başladı fakat kimseye anlatamadığı dayakları hâlâ rüyasında görüyordu. Bu sefer ertesi güne hayat dolu başlamak o kadar kolay olmuyordu. Şimdiden dinlediği şarkılar bile hüzünlüydü, dayanacak güç aradığından şarkılara ve spora sarılmıştı, kafasını dağıtıyordu ve arkadaş edinmeye başlamıştı. İleride kesinlikle kendi babası gibi bir baba olmayacağını şimdiden düşünüyordu. Dedesini ziyaret etmeye gidip ''babam'' diye sarılıyordu. Ama kötü günler öyle kolayca çekip gitmeyecekti.


Baba dediği insanın yanındayken dengesini kaybedip yürüyemediğini fark edene kadar mutluydu çocuk. Ona destek olup koltuğa oturttu, ağladı. Ağzından şu kelimeler çıktı, "Baba, lütfen sana bir şey olmasın, dikkat et."

Babasının kanser olduğunu öğrenmişti çocuk orada. Ağladı, ağladı, ağladı. Olamazdı, baba sevgisini gördüğü insanı kaybedemezdi. Hastaneye yatırıldığında okuldan çıkıp hastaneye gider, sabah ise hastaneden okula giderdi. Arkadaşlarıyla konuşamamaya başladı. Onlara nasıl söyleyecekti ki benim babam kanser diye?


Arkadaşları ona sırtını çevirdi, değiştin dediler. Babasının ise saçları dökülüyordu, oğlum dediği çocuğun elinde saçları kalmasın diye, hastanede saçlarını kazıdı. Çocuk bunu gördüğünde hastaneden ilk kez çıktı ve hemen o da evine gidip saçlarını kazıdı. Dedesine, yani babasına destek olmalıydı.

Uzun süren tedavi sürecinde, bir gün çocuk hastaneye gidip babasının elini tuttu. Babası, etrafındaki hemşirelere döndü ve çocuğu yıkan o soruyu sordu. "Elimi tutan çocuk kim?"


Artık kanser beynine sıçramıştı. Hemşireler çocuğa baktı, çocuk hemşirelere. Babasına dönüp şaka yapıyor olduğuna inandı ve güldü. "Baba, burada bari şaka yapma." Oysaki babası, gerçekten onu tanımamıştı. Çocuk ise bunu fark ettiğinde ağlayarak evine koştu. Tüm gece ağladı. Uzun bir süre sonra evinde geçirdiği ilk gecede hiç uyumadı, o an aklında tekrar tekrar oynadı ve çocuk izledi. Babasının aklı gidip geliyordu. Çocuk kabullenmeliydi. Ama hayır. Benim babam o. Benim babam güçlüdür, hafızasını kaybedemez.


Çocuk, bir gün yine okulundan çıkıp babasının yanına gitti. Bu sefer babası onu tanımıştı, evet evet. "Oğlum, hoş geldin, hiç gelmiyorsun seni çok özledim" dedi. Oysa çocuk, her gün babasının yanındaydı. Eli elinde, bırakmazdı. "Geldim baba, buradayım." dedi ve sarıldı. Babası, ona hayat hakkında konuştu, nasihat verdi. Çocuk her kelimesini dinledi ve aklına kazıdı. Konuşmasının sonunda "Oğlum, bana söz ver. Okulunu hemen bitirip çalışmaya başlayacaksın. Asla kimseye muhtaç olmayacaksın, anneni refaha kavuşturacaksın. Öz babandan kalan borçları ödüyor hâlâ, çalışıyor. Sen onu rahatlatacaksın. Ailene bakacaksın oğlum. Ailen senin her şeyin. Sakın ola onlara sırtını çevirme, herkes gider, ailen kalır." Bu sırada keşke sen de kalsan baba, diye iç geçirdi çocuk. Babası "Okulunu bitirip üniversitene gideceksin. Sınıfta kalma ha, bozuşuruz. Hemen okulunu bitirip işini eline al oğlum. Bana söz ver. Asla bu hedeften şaşma. Söz ver, öhö öhö, söz ver oğlum. söz."


Çocuk, gözleri dolu şekilde "Söz baba. Biliyorsun, ailemi çok seviyorum. söz veriyorum. Ama n'olur böyle konuşma, iş sahibi olduğumu sen de göreceksin bak, çıkacağız buradan." dedi.

Baba, "Oğlum, biz ne olacağını bilemeyiz. Senden bir şey daha istiyorum. Eğer bana bir şey olursa, ben gidersem sakın ağlama. Sakın ağlama oğlum tamam mı?" Böyle bir şeyin sözünü nasıl verebilirdi ki çocuk? O anda babası kendini konuşmakla zorlarken "Tamam baba. Söz, ağlamam." dedi titrek bir sesle. Sarıldı ona, sanki son kezmiş gibi. Nerden bilmişti?


Ertesi gün ise okul çıkışı yoldayken hastaneyi arayıp babası bir şey istiyor mu diye sordu. Hemşireler konuşmadı. Çocuk annesini aradı. Annesi ise "Oğlum hastaneye gelme, biz memlekete gidiyoruz." Hayır hayır, sakın söyleme, olamaz böyle bir şey! "Deden, özür dilerim. Baban öldü oğlum."


Dışarıda dizlerinin üstüne çöküp ağlamaya başladı çocuk. Kaldırıma yattı ve uzun bir süre ağladı. Haklıydı, babası ölmüştü. İnsanın babası ölür mü hiç?

Evine gitmek için epey zorlandı. Yürüyemiyordu, önünü göremiyordu. Otoyola atlamıştı çocuk, artık hiçbir şeyin önemi yoktu, araba çarpsın istedi. Fakat gelen sürücü durdu ve arabadan indi, ağlayan çocuğun yanına geldi. Onu kaldırıma götürürken sanki ne olduğunu biliyormuş gibi "Tamam oğlum anlıyorum tamam, geçecek her şey. Bir gün her şey çok güzel olacak, inan bana." dedi. Çocuk ağlamaktan şişmiş gözleriyle ona baktı. Kaldırım taşına oturdu bir anda. Ağlamaya devam etti. Yanındaki adam ise arabasını yolda bıraktığı için trafiği tıkamıştı, gitmek zorundaydı. Çocuk o kaldırımda ağladı, ağladı. Şu yaşında hâlâ o kaldırımı unutamadı. Hava kararmıştı artık. Çocuk kaldırımda uyandı, evine zorla gitti. Ertesi gün ise babasının cenazesini kaçırdığını fark etti. Annesi dönüyorum diye onu aradığında, o biletini alıp dedesinin mezarına gitme kararı almıştı. Tek başına gidecek, tek başına konuşacaktı. Otobüsten inince, babasının köyüne kadar yürüdü. Mezarının başına gitti. Biliyor muydunuz, ölülerin ayak ucunda durduğunuzda sizi görürmüş. Çocuk ayak ucunda durdu, konuştu onunla. Neden gittiğini sordu. "Umarım cennettesindir baba" cümlesini tekrar ediyordu sürekli. Ağlamaya başladığı için başının ucuna geçti. Babası onu ağlarken göremezdi. Ağlamayacağı için söz vermişti çocuk. Geceyi orada geçirdi ve sabah memleketine döndü.


Ama böyle bitmeyecek çocuk. Böyle hüzünle devam etmeyecek. Sana ileride neler yaşayacağını anlatacağım çocuk. Kendini hırpalama artık. Tanımadığın o adamın dediği gibi, bir gün her şey çok güzel olacak çocuk. İnan bana.