(Kafamın içinde konuşturduğum Haşim'le, Beyatlı.)


HAŞİM: Fakat dokunuyor Arap marap... Demeyiniz, siz ki en soğuk denizlere dalmaktan imtina etmeyip en güzel mahsulleri çıkaran bir şairsiniz. Galip Dede'ye bir Fransız'dan daha yakınsınız, ben de öyle. Ağzınıza almayınız şu Arap Haşim lafını!


YAHYA KEMAL: Af buyurunuz, kime söylüyorsunuz?


HAŞİM: Kime ne demek efendim! Bu mahfilde sizden bizden başka kimseler mi var?


YAHYA KEMAL: Şu köşede oturmuş ve elinde telefonuyla bizi okuyan zatlar sayılmaz mı?


HAŞİM: Geçiniz, üstünü örtünüz böyle şeylerin. Sayın ki bir biz varız. Sonra münakaşaya devam edelim. Nedir bu Kurbağa Şair'i lafları? Sizin yaptığınızı Yakup Kadri yapmaz!


YAHYA KEMAL: Kurbağa değil, Kurûn-u Ûlâ dedik efendim. Öyle muhafaza etme olur mu? Ya vezin olsun ya olmasın, ortada bir yerde kalmanız bizi de şüpheye düşünüyor. Ne diyelim şimdi?


HAŞİM: Yapmayın Allah aşkına.


YAHYA KEMAL: Siz onu bunu geçin de şu sorduğuma cevap verin.


HAŞİM: Hangi sorduğunuza?


YAHYA KEMAL: Durun. canım, henüz soramadım ki.


HAŞİM: Sorunuz, bir Haşim edasıyla yanıtlamaya hazırım.


YAHYA KEMAL: Müslüman Saat'ini yazan bir saat nasıl böyle bir lakaytlıkla dine karşın rindane tavır alır?


HAŞİM: Önce nevyunaniliğin hesabını verin sonra bunun peşine düşün. Siz de Avrupa'da beş parasız, çıldırırcasına kalsanız üstelik mektuplarınıza tenezzül edilip cevap verilmese siz ne yapardınız?


YAHYA KEMAL: Meseleyle ne alakası var Efendim?


HAŞİM: Pek alakalı muhterem Kemal.


~