Eric Hoffer'ın kitle hareketlerini çözümlediği Kesin İnançlılar'ı, bana Mindhunter'daki seri katillerden Tex Watson'ın sorgulandığı sahneyi hatırlattı. Hoffer'a göre kişinin herhangi bir kitle hareketine dahil olması için yanılmaz bir öndere sahip olduğuna inanmış olması gerekir. Bu zaten herkesin hemfikir olacağı bir şey ve müritlerinin Charles Manson'ı böyle bir lider olarak görmüş olduğu gayet açık. Fakat ilginç olan Hoffer'ın, bir kitle hareketinin taraftar bulmasının, kişilerin kendinden kurtulma arzusunu tatmin edebileceğinden ileri geldiği iddiası. Kişinin öz varlığına inancının kaybolmasından doğan boşluğu kutsal bir amaca inanç doldurur. Mesela sorgu sırasında Watson şöyle diyor:


[Charlie] insanı imkânsız sandığı şeylere ikna edebildi. O, İsa mıydı Şeytan mıydı bilmiyorduk ama iki ihtimal de dünyaya yalnız başına kafa tutmaktan iyiydi.


Kendinden kurtulma isteği birlikte hareket ve nefsinden fedakârlık etme arzusu uyandırır çünkü bu, dünyaya tek başına kafa tutmaktan daha kolay bir seçenektir. Bir insanın nefsinden fedakârlık etmesi için onun bireysel kimliğinden ve kendine özgü farklılıklardan ayrılması gerektiğini ortaya koyuyor Hoffer. Seri katil Watson'ın "Hepimizin bir olduğunu anlamalısın. Bir bütünün parçasıydık. Düşüncelerimiz aynıydı." repliği bu savı doğrular gibi görünüyor. Bu bütünü sağlamak için kişiyi kolektif bir kimlik içinde asimile etmek gerekir. Saçma da olsa birtakım ritüeller sayesinde topluluğa bağlılığı pekiştirilmelidir. Bu bağlamda Charles Manson'ın uydurduğu ritüeli seri katilin ağzından duymak ilginç olabilir:


[...] mesela bizi daire şeklinde dizip ortaya bir sandalye koyuyor, o sandalyede bir insan olduğunu düşünmemizi söylüyor. Ona dik dik bakmamızı, bağırmamızı.


Asimile edilmiş kişi kendini ve başkalarını birey olarak görmez: Watson öldürdüğü insanların şekilden ibaret olduğundan, yüzleri olmadığından bahseder. Ayrıca sorgunun bir bölümünde "Ölümün bizim için bir önemi yoktu" der. Ölümü küçümsemek bu tip oluşumların ortak yanlarından biridir.


Bir insanı savaşmaya ve ölmeye hazır duruma getirme tekniği, o insanın kişiliğini bedeninden ayırmaktan ibarettir. Diğer bir ifadeyle onun kendi gerçek kişiliğine sahip olmasını önlemektir. Bu işlem, o kimsenin kapalı kolektif bir topluluğun içinde eritilerek o topluluğa uydurulmasıyla; ona hayali bir kişilik tanımak yoluyla; şimdiki zamanın küçümsenmesini ona aşılamak ve onun ilgisini henüz var olmayan şeylere kaydırmak yoluyla; onunla gerçek arasında bir perde (öğreti) germek yoluyla [...] yapılabilir.


Watson, Charlie'nin kendinden bir peygamber kişiliği yarattığını söyler fakat bizim yaptıklarımız hariç söylediği hiçbir şey doğru çıkmadı, diye de ekler. Bunun bir önemi yoktur çünkü Manson bu yolla müritlerinin ilgisini henüz var olmayan şeylere kaydırarak amacına ulaşmış olur. "[Kişinin] bağlı olduğu kolektif topluluktan ayrı bir amacı, değeri ve kaderi yoktur ve bu topluluk yaşadığı sürece onun için gerçek bir ölüm yoktur."


Bu yüzden kişi kendini asla yalnız hissetmemelidir, Hoffer'a göre. "Issız bir adada tek başına olsa bile bağlı olduğu grubun gözlerinin kendi üstünde olduğunu hissetmelidir. O kişi için grubun dışına çıkarılmış olmak hayatının yok olmasıyla eşit sayılmalıdır." Bu düşünce seri katilin Sharon Tate'i öldürme deneyimiyle ilintili görünür:


Onu yanımıza almamız, çocuğunu doğurmasına izin vermemiz ve sonra öldürmemiz için bize yalvardı. Onu yanımıza alma fikri çok saçma gelmemişti. Ama kulağımda Charlie'nin sesi yankılanıp durdu: "Hepsini öldür".


Ben Charlie'nin dediklerini yaptım, diye sürdürür konuşmasını Watson, çok doğal bir şeymiş gibi. Çünkü insan bir kitle hareketine kişisel sorumluluğundan kaçmak için veya, Hoffer'ın örneğiyle, ateşli bir genç Nazi'nin dediği gibi özgür olmaktan kurtulmak için katılır. Ortaya koyabileceği bir yeteneğe sahip değilse özgürlük ona yük olur. Bu yüzden Hoffer der ki,


Nazi askerlerinin, yaptıkları bütün kötülüklere rağmen, kendilerinin suçsuz olduklarını iddia etmeleri iki yüzlülük değildi. Emirlere itaat ettikleri için kendilerinin "sorumlu" tutulmaları karşısında, bunu bir ihanet olarak görmüşlerdi. Çünkü kendilerince, onlar Nazi hareketine "sorumluluktan" kaçmak için katılmamışlar mıydı?


Watson sonradan "O insanları ben öldürdüm", diyerek sorumluluğu üstüne alıyormuş gibi görünse de ardından şu cümleleri sarf eder:


Ama İncil'e göre herkes günah işler ve kimse Tanrı'nın şanına layık değildir. Günah çıkaranlar merhamet bulur. Kendimi Tanrı'ya adayana kadar kayıptım. Ama artık İsa'nın kusursuz kanı beni kurtardı.


Yani işlediği cinayetlerin sorumluluğunu tek başına alamaz, bunun için öncesinde nasıl kendini Manson'a adadıysa şimdi de İsa gibi bir öndere adaması gerekir. Egosu bu sorumluluğu üstüne alabilecek kadar güçlü olmadığı için kendinden kurtulma arzusuyla kendini başka bir öğretiye adar. Bu nedenle karakolda sorgunun ses kaydını dinleyen psikolog Wendy'nin yorumu oldukça yerindedir:


Önce Manson, sonra İsa. Bir inanç sisteminden diğerine geçmiş sadece.


Demek ki Hoffer, farklı öğretilere sahip olsalar bile bütün kitle hareketleri taraftarlarını aynı tip insanlardan seçer, derken haklıdır. Bu sayede Watson'ın bir ölüm tarikatına mensup olmaktan Hristiyanlığa geçişi, bir nebze de olsa, şaşırtıcı olmaktan çıkar.


Çünkü insanların çoğu, güçlü bir inanca sahip olmadıkları veya benliklerini unutacak kadar kendilerini verecekleri bir meşguliyet bulunmadığı zaman, hayatlarının boşluğuna ve kuruluğuna tahammül edemezler.