Hazar Ergüçlü’nün (Dilber karakterinin) dansı ile sansasyonel bir giriş yapan İnci Taneleri dizisi bu hafta çok konuşulan dizilerin başında.

Bir “pavyon” dizidi olduğunu düşünen, pavyon güzellemesi yapıldığına inanılan ön yargılarla dolu çokça yorumlar okuduk.

Yılmaz Erdoğan’dan dolayı her ne kadar ilgi çekecek olsa dahi her işin reklama ihtiyacı vardır. Bu anlamda bu dizinin reklamı bu sahne ile yapıldı ki çok mantıklı bir giriş. Kaldı ki Hazar Ergüçlü’nün bu dans için ders alması (gerçekçilik anlamında gerekli) çok tepki aldı, malum toplumumuz.

İlk ve esas fragmanı izlediğimde elbette bu dizinin pavyondan ibaret olmadığını anladım.

Bir edebiyat araştırmacısı, edebiyatı salt edebiyat olarak görmeyen biri olarak ve iyi bir sanat tüketicisi olarak Yılmaz Erdoğan’ın şiirlerini nitelikli bulmuyorum. Burada nitelik kavramı üzerinde durmak gerekir. İmgesel, sanatsal, estetik anlamda söylüyorum. Onun şiirlerini diğer insanların da yazabileceğine inanıyorum. Bu anlamda diziyi onun yazdığını öğrenince irrite oldum denebilir. Ama fragmanı izleyince öyle olmadığını anladım.

Yılmaz Erdoğan’ın şiirlerini beğenmiyorum ama hayat görüşünün ve bakış açısının derin, doyurucu olduğunu düşünüyorum. Zira dizideki kelime oyunları, canlandırdığı Azem (Âzem) karakterinin yürek zenginliği, kelime oyunları, felsefi görüşleri, haz alınacak düzeydeki diyalogları beni sevindirdi. Tüm bunların ötesinde diziye gelecek olursak…


Geçmişi, hapsi, karısı ve çocukları gizem dolu bir adam. Bir edebiyat öğretmeni. İşine müptela, değer veren bir adam. Toplum değişiminin farkına varan (telefon olayı dışında. Telefon olayı bence gereksiz abartılmış. Herkes telefona ihtiyaç durar. İletişim, müzik, film, fotoğraf, iş gibi durumlar için. Bu da normal bu çağda.), bunları anlamlandırmaya çalışıp eleştirisini ve tepkisini de doğru noktalarda veren bir adam.

Dizide en sevdiğim sahne, Azem’in öğrencisiyle olan ikinci dersiydi. Bir edebiyat öğretmeni ve eğitimci olarak çok iyi anladım Azem’i ve öğrencisini.

Bunlardan ziyade her karakterin bir anlamı var. Zerre’nin (isim seçimi şahane) karakter değişimi (şimdilik), İzzet’in arkeoloji okumak için orada çalışması, en önemlisi ise Dilber’in yaşamı…


Dilber oldukça toy bir kadın. Yaşamdan aslında uzak, yaşamı görmemiş, tatmamış, içi eksik bir çocuk. Mecbur bırakılmış bir hayatın içinde gördüğü ilk farklı ve kendince “düzgün” olan erkeğe farklı duygular besliyor ve anında kaptırıyor kendini. Azem ise bunun farkında. Üzülüyor, hayret ediyor, çözmeye çalışıyor, şefkat duyuyor. Ne acı.

Dizinin ilk bölümü için bence şimdilik yeterli (aslında değil) bir yazı. İzlemeye devam edeceğim.

Tavsiye ediyorum.