Bir yaz gecesi, dışarda boğucu bir hava…

Sıcaktan ay ışığı büzülmüş, yıldızlar terlemiş adeta. Ve sokağa yankılanan baykuş harareti. 

Ve çocuk!

Dört duvar arasında hapsolmuş sandalyesinde oturmuş, elinde gri bir duman gibi duran kitabı okuyan çocuk. 

İntihar tasarımlarını konu edinen bir kitaptı çocuğun elindeki kitap. 

Odanın içinde hüzünlü bir hava vardı, katran karası gecede. Çocuğun yüzü durgun bir deniz gibiydi. Gözleri, suyunu kaybetmiş buharlaşmış bir delta gibiydi. Ve aklı bir metropol şehri anımsatacak kadar karışıktı. Bir şeylere kaçmış uykuları var gibi bir hali vardı. Bedeni yalnız kalmış bir ruha ev sahipliği yapıyordu. 

Neden bu kadar yalnızdı kendisi? 

Ve neden ruhunun kıyılarında kuş uçsa konmaz kervan geçse konaklamaz duruma gelmişti, tüm bu kalabalık düşüncelerin içinde:

-Adım neydi? 

Diye mırıldandı birden, bir şizofren misali. 

Evet, çocuk adını unutmuştu. Ona yıllarca sahiplik yapan adını unutmuştu. Ona adını unutturan düşünceleri neydi? 

Gizemli bir gece ve sitemkâr bir ruh. Ne yapacağını bilmiyordu çaresizce.

Belki de Tanrı’dan dilediği bir divanenin uykusuydu. Kim bilir, uyusa bu kadar düşünmez ve düşünmediği için bu kadar kötü olmazdı. 

Düşünceler beynine bir balyoz gibi vuruyordu. 

Hızlı, bir o kadar da öfkeli ve telaşlı kalktı yerinden ne yapacağını bilmeden. 

Oysa yaptığı tek şey hüzünlü odayı aydınlatan ışıkları kapatmak ve üzerine sükutu giymekti oldu. Sessizce sessizliği dinlemeye koyuldu. 

Sessizliğe gebe kalan oda kapısının penceresinde ansızın bir gölge görünüverdi. 

Korkmuştu!

Bu gölge neydi diye merak ediyordu. 

Kapının penceresinde görünen gölge gölge miydi sadece? Yoksa düşüncelerinden tüten bir duman mıydı?

Cevapsız nice Sorular yapışmıştı boğazına?

Tek istediği derin bir uykuydu çocuğun. Uykusuz gözlerinde uykuya hasret yaşlar dökülüyordu, korkak ve titrek bir şekilde. 

Gölge pandomim oynarcasına pencerede hâlâ varlığını koruyordu. Sessiz ve simsiyahtı.

Okuduğu kitaptan etkilenmiş olacak ki korkuyu içinden söküp atmıştı. 

Ağır ve korku dolu adımlarla kapıya yöneldi, yavaşça kapıyı açtı. Göremedi kimseyi ve kapının gıcırtısından başka bir ses de duymadı. Öfkesi ve korkusu iyice arttı. 

Yüzünde akşamın hüzün kokan saatlerinde iz yapmış olan yaşlar, yeniden aynı yoldan gözlerinden akıp gitmeye başladı. Yanağından inci taneleri gibi süzülüp yere düşüyordu. Parçalanıyordu.

Yaşanılanlara bir anlam veremiyordu bir türlü. 

Hüzünlü gece, boğucu hava ve kapının penceresindeki gölge ona bir şizofrenin duygularını vermişti. 

Kirpiklerinde asılı kaldıktan sonra yere çarpan gözyaşları onu okuduğu kitaba yöneltti. 

İntihar tasarımlarını konu edinen kitapta arıyordu kurtuluşunu. 

Bedenine yakışacak bir intihar modelini aramaya başladı. Hüzünlü odaya intihar süsü verecekti, kararlıydı.

-Buldum.

Diye haykırdı hıçkırıklar içinde. 

Gereksiz ve henüz lazım olmayan eşyaların saklandığı depoya koştu. Aradığı, kısadan uzun bir ipti. 

Uzun bir iple beraber dönen çocuk kan ter içindeydi. 

Ayakların altına sandalyeyi çekerek ipi sağlamca tavana bağladı, titreyen elleriyle ipi boynuna geçirdi. Kafasındaki düşüncelerle beraber bedenini ve ruhunu da yok etmekte niyeti. 

Ayak parmaklarının titrek bir haykırışıyla sandalyeden atladı. 

Yere çakılan sandalye, çocuk için derin bir ahh! çekti.

Odanın içi düşüncelerin vedalaşmalarıyla doldu. 

Hüzünlü bir ezgi mırıldadı yıldızlar o vakit. 

Mersiyeler yağıyordu çocuğun evine gökyüzünden.

Faili meçhul bir ölüm sayılmazdı bu, katil belliydi.

Masanın başındaydı.

Kim bilir daha kaç cana intihar tasarlayacaktı. 

Ne tuhaftır diye düşündü saatler, kapının penceresinde görünen gölge sadece gölge miydi deyip durdu saatler. 

Gömüldü karanlık karanlığa ve durdu zaman. 

Kim bilir, belki de o gölge zamanın karanlık yüzüydü..


09.07.2010