Gözlerinin rengini daha önce görmediği bir şehrin ucundaki gölden almış bir kadın dans eder. Çiçekler isteyerek. Varlığına inanıp ayaklarını yere yumuşak yumuşak vurarak. 


Bir kadın dans eder. Hiç bilmediği bir dilde şarkı söyleyerek. O an aklından geçmez hiç savaşlar, tanrılar, paracılar, ahlaksızlar, sefiller... 


Kendi yolda kalmışlığı unutmuş bir kadın dans eder. Dans etmek istediği için kulağının arkasına taktığı çiçekle. Yarını düşünmeden, düne üzülmeden. 


Ayağa kalkamayanlardan sıyrılıp dans eder bir kadın hiç oturmadan. Kızmadan kimseye. Zayıflıkları unutup. Her şeyi unutup.


Karanlığı bilen bir kadın dans eder ışıklar arasında. Eteğinde kemikler, dilinde şiirler. Saçları yanmış, kanlar akıyor göğsünden.


Bir kadın dans eder çürümüş bedeniyle. Bir elinde tabut, bir elinde kefen. Mezar taşına kazımak ister gibi adını.


Eski bir şarkı biter, ışıklar söner, kulağındaki çiçek yerde paramparça olur. Etrafta kötü kokular, hiç kimsenin duymak istemediği sesler, ayaklarını yere sertçe vuran kocaman devler. Yarın bir kadın dans etmiş diyecekler. Bir kadın dans edebilmiş.