Çirkinin Romanı:


Bazen iki kişiyi ilgilendirir bir çiçek, bazense tek kişiyi. Ve bazen iki insan vardır ama bu iki insan öyle iki insandır ki, evrenin iki ucundaki birbirinden habersiz iki göktaşı gibi hızla birbirlerine yaklaşırlar; buluştuklarında ise biri her zamanki yörüngesinde akmaya devam ederken bir diğeri kül olur. Bu kitabın şarkısı, The Night We Met. ''Beni tanıştığımız geceye götür.''



”İnsanlar vardı ki, menfaatleri müşterek olduğu için birbirlerini severler. Öyleleri vardır ki mesela hayatları bir arada geçtiği için yahut fikirleri, hisleri birbirine uyduğu için sevişirler. Fakat öyleleri de vardır ki menfaatleri, hayatları, fikirleri, hisleri birbirine tamamiyle yabancıdır. Fakat buna rağmen yine birbirlerine karşı bir ruh incizabı duyarlar. Bence sevginin asıl makbul nevi budur.”


Herkes bir parça şey alır bu dünyadan; kimileri mutluluk, kimileri hüzün. Kimisi adaletsiz bulur yaşadıklarını; kimisiyse adaletsizmiş gibi görünen bu düzende, mutlaka gözle görünmeyen bir adaletin var olduğuyla avutur kendini.


Yine böyle bir düzende bir kız, bir de erkek çocuk gelmiş dünyaya. Kızın ismi Sara, oğlanınki Ziya'ymış. Öyle bir düzen varmış ki ikisinin terazisinde; Ziya'nın savaşmakla geçen hayatı, Sara'nın tozpembe günlerinin diyetiymiş sanki. Daha anne karnına düştükleri gün yazılmış ikisinin de kaderi. Birisinin bir elin parmağını geçmeyecek olan güzel günleri, diğerinin birkaç kötü gününü dengeleyecekmiş ileride, terazi bozulmamış olacakmış böylece.


Kitap; güzelliği dillere destan paşa kızı Sara'nın, kuzeninin evliliği için İstanbul'daki koket hayatını istemeyerek de olsa bırakarak birkaç aylığına Akdeniz'in bir kasabasında kalmak üzere yola çıkmasıyla başlar. Güzeller güzeli Sara, bu kasabaya adımını attığı andan itibaren, tüm kasabanın gözdesi olur.


Sık sık eğlencelerin düzenlendiği kasabada, gecelerin yıldızı ise tahmin edersiniz ki Sara'dır. Zaten genç kızın güzelliğinden etkilenmeyen tek bir kişi bile olmamıştır bu zamana kadar. Ne var ki hayat, bu kıza sevilmek konusunda oldukça cömertken, sevmek ve kıymet bilmek konusunda hep cimriymiş. Sara, kendi güzelliğinin farkına vardığı yaştan itibaren çevresindekilere hep kırıcı aşk oyunları oynamış, kendisini seven kimselerin canını yakmaktan adeta zevk almıştır. Ancak bir kerecik olsun sevmemiş, sevememiştir birisini.


Yine Sara'nın da katıldığı bir eğlencede konuklar muhabbet ederlerken kasabaya yakın spor kamplarından birinde kalan bir sporcudan bahis açılır. Bu sporcunun ismi Ziya'dır ancak kimse ismiyle hitap etmemektedir ona, Homongolos olarak anılmaktadır. Homongolos, o gece konuşulanlara göre bir kadın düşmanıdır. Ayrıca kimsenin eşini benzerini görmediği kadar taş kalpli, küstah, patavatsız bir adamdır.


Belki Sara'nın yanında kadın düşmanının bahsini açanlar farkında değillerdir ancak böylesi Sara için genç kızın güzelliğine meydan okumaktır, besbelli onu hafife almak, onunla alay etmektir. Sara, şu dünyada kendi ihtişamından etkilenmeyecek tek bir kişi bile olmadığından o denli emindir ki, bu adama her kadın düşmanı denildiğinde içten içe güler. ''Onun kadın düşmanlığı, yalnızca benimle tanışana kadardır.'' der içinden.


Bunun yanı sıra Homongolos'un o gece bahsi açılmayan bir özelliği daha vardır. Kimisi kaya balığına, kimisi karikatür bediasına benzetmektedir bu adamı. En hazin tabir ile Homongolos, hiç kimselerin daha önce görmediği kadar çirkin bir adamdır.


En nihayetinde bir gece, Sara ile Homongolos tanışırlar. Sara, kadın düşmanını gördüğü an içinden geçirir: "Bu denli çirkin bir adamın ne haddine ki bana düşman olmak, güzelliğime yüz çevirmek? İki çift lafıma bakar sözde kadın düşmanlığı." Ve Homongolos'a yaklaşır. Ne var ki Sara için bu gece, hayatı boyunca unutamayacağı bir gece olur. Çünkü kadın düşmanı, Sara'ya gerçek bir kadın düşmanı olduğunu gösterir ve Sara, göz alıcı güzelliğinin bu adamın düşmanlığından muaf olmasını sağlamayacağını anlar.


Sara için kendisine önemsiz bir varlık gibi davranılması oldukça yeni bir şeydir, hal böyle olunca o geceden sonra birkaç günlüğüne buhrana girip eve kapanır. Ancak sonrasında şöyle düşünür; eğer bu kadın düşmanını kendisine aşık etmeyi başarırsa, eline İstanbul'daki arkadaşlarına böbürlenerek anlatacağı yeni bir aşk hikayesi geçmiş olacaktır. Ayrıca kendisine ehemmiyet vermeyen Homongolos'un yaptıkları asla yanına kalmamalıdır, mutlaka o gecenin intikamı alınmalıdır.


Sonra kararını verir; kadın düşmanını türlü hilelerle kendisine sırılsıklam aşık edecek, Homongolos aşkından bitap düştüğünde ise "Hani sizin kadın düşmanlığınız?" diyerek kahkahalar atacak, hatta herkesin içinde bu adamın görüntüsüyle alay edecektir. "Siz hiç aynaya bakmadınız mı Ziya Bey; ben kim, siz kim?" diyecek, kendince Homongolos'a unutamayacağı bir ders verecektir.


Kasabada günler geçer, günler geçerken Sara her fırsatta kadın düşmanıyla vakit geçirmenin yollarını aramaktadır. Ancak kadın düşmanı adeta Sara'dan kaçmakta, türlü bahaneler ile genç kızı geçiştirmektedir. Sara ne zaman güzelliğinden umudu kesip çareyi bir de tatlı diliyle Homongolos'un kanına girmekte bulsa, kadın düşmanı bu sefer de buz kesilmektedir karşısında. Sara'ya göre kasabadaki dedikoduların eksiği yok, hatta fazlası vardır. Sara artık anlamıştır, bu ''çirkin'' adamın taştan bir kalbi dahi yoktur, kalbinin olduğu yerde koca bir boşluk vardır adeta.


Derken mehtaplı bir gece kadın ve kadın düşmanı, birlikte kalabalıktan uzaklaşarak uçurumun kıyısına doğru yürümeye başlarlar. Ay ışığı altında kadın, sahiden de göz alıcıdır. Ne var ki kadın düşmanı bir kere bile bakmamıştır kadına o gece.


"Yüzümü mehtaba çevirmiştim. Bu dakikada bir füsun gibi güzel olduğumu hissediyordum. Fakat o bir kere bile bakmaya lüzum görmedi. Homongolos yan yana yürümek için yaptığım bütün manevraları neticesiz bırakıyor, dört beş adım arkamdan yürüyordu. Sara'nın ruhu, Sara için çıldırıyordu. Göz ucuyla Homongolos'a baktım. Onun için yolun kenarına sıralanan iri kaya parçalarından ehemmiyetli değildim. Canavar bana bakmıyordu bile Nermin! Bu kalpsiz adamı kendime bağlamaktan bu dakika ümidimi keser gibi oldum." -Sara


Ancak ne var ki hayatta bazen, görünenin altında türlü türlü gerçekler vardır.

Bazen duygular, bir kafese hapsolmuş gibi kişinin bedeninden çıkmak bilmezler, belki de çıkmaktan korktukları içindir bu. Bu mehtaplı gecede de görünenin altında başka gerçekler, hapsolmuş bazı hisler vardır halbuki.


"Ağaçların arasında yan yana yürümeye başladık. Sara etrafımızdaki yalnızlıktan ürküyor gibi bana sokuluyor; koluma, omzuma dokunuyordu. Ben sevdanın ne hayallere sığmayacak derecede güzel bir şey olduğunu bu gece anladım Necdet. Kendi kendime diyordum ki, insan saadetin bu derecesine nasıl tahammül eder? Bu suali çirkin gözlerimin kapaklarını yakan yaşlarla ve büyük bir saflıkla kendime soruyordum. Sara beni uçurumun kenarına kadar sürüklemişti. Kendi kendime; Homongolos, sen birbirlerini sevenlere hayret ediyordun diyordum, fakat kimse sevdayı senin kadar iyi anlamadı." -Homongolos


Hayatta neyin ve kimin kendisinde ne gibi hissiyatlar oluşturduğunu insanın kendisinden başkası bilemez aslında. Bu yüzdendir ki belki de o en ''kalpsiz'' görünen kişi kalpsiz değildir aslında. Belki Homongolos'un da dışarıdan görünen sert kılıfının içinde hâlâ bir Ziya vardır.


Kitabın ilk yüz elli sayfasını, Sara'nın İstanbul'daki arkadaşı Nermin'e yazdığı mektuplar ile okumuş, Sara'nın gözlerinden son birkaç aya şahit olmuştuk. Ancak kimi hikayelerin aşikar bir öznesi yoktur, gizliden gizliyedir öznesi. Bu hikayenin öznesinin Homongolos olduğunu ise, son elli sayfada, Homongolos'un yıllar önce ölmüş olan arkadaşı Necdet'e yazdığı mektuplardan anlıyoruz. Son elli sayfada, Ziya'nın gözlerinden olanlara bakıyoruz bir de.


Aslında Homongolos, daha tanıştıkları gece aşık olmuştur Sara'ya. Hislerini reddetmek istemiştir, yok saymak istemiştir onları, türlü bahaneler aramıştır yabancısı olduğu duygularına ama cevap apaçık ortadadır: Homongolos bu sefer sahiden sevmiştir.


"Bu genç kızların arasında hiçbirine benzemeyen bambaşka biri vardı: Sara diye bir genç kız. Yüzüme bakarken hayret ve nefret göstermeyen yalnız o vardı. Güzel gözlerinde görünüşlerden ziyade iç yüzlere, çehrelerden fazla ruhlara bakan insanların halim müsamahası vardı." -Homongolos


Tanıştıkları geceden sonra, Homongolos bir türlü aklından çıkaramaz olmuştur Sara'yı. Sadece Sara'yı da değil; spor kampından Sara'nın evine giden taştan yolu, mehtabı, suyu, havayı, her şeyi sevmeye başlamıştır, sevmenin ne olduğunu hatırlamıştır uzun zamandan sonra. Hayattaki türlü acıyı, kederi unutmuş; hatta ilk defa dünyanın belki de yaşamaya değer bir yer olduğuna inanmıştır. Ölsem de gam yemem artık diye düşünmüştür; karşılıksız dahi olsa sevmenin bu gibi güzeliyle karşılaşmak, bir ayrıcalıktır ona göre.


Ancak içini titretir Sara'nın güzelliği ve onun güzelliğinin yanında aynada gördüğü yüz. Kendini bildi bileli sevilmeye hakkı olmamıştır ancak ilk defa sevmek hakkının da elinden alındığını hisseder Homongolos. Karşılık beklemediği sevgisi hususunda bile kendisiyle savaşmaya başlar böylece.


"Sana gülünç olduğu kadar feci bir haber vereyim Necdet. Homongolos galiba seviyor. Homongolos ve aşk... Pek iyi bilirsin ki Homongolos ölüme, eleme, hastalığa, zarurete hasılı hiçbir şeye ehemmiyet vermezdi. Çok küçük yaşından beri yalnız bir şeyden korkardı: Sevmekten." -Homongolos


Evet, Ziya sadece sevmekten korkarmış. Gerçi sevmek nedir onu da bilmezmiş, insan sahiden de bilmediği şeylerden korkar çünkü. Ne zaman birisi hayretle baksa yüzüne, gözyaşları gözlerini yakarmış Ziya'nın, ama kimseye kızamazmış da. Çünkü kendisi bile aynaya baktığında nefret edermiş gördüğü yüzden. Kendisini bir kere bile sevmemiş ailesine hak verirmiş böyle zamanlarda, okulda maruz kaldığı işkenceleri garipsemezmiş. Garipsediği tek bir şey varmış aslında; günün birinde hayatına girip de her şeyi olan, kendisine dostluğu öğreten Necdet, nasıl olur da diğerleri gibi davranmazmış ona?


"Ben duygulardan anlamam." diyordum Necdet. Fakat aslında yüreğini yakan ateşi öyle iyi anlıyordum ki."


Zamanla umursamıyormuş gibi davranmaya başlamış Ziya. Aslında duyduklarını herkesten çok umursuyormuş da, mecburmuş böyle davranmaya. Böyle davrandıkça daha da acımasızca gelmiş hayat üstüne, hayat acımasızlaştıkça kalbi daha da taşlaşmış çocuğun. Taşlaşmayıp da ne yapacakmış gerçi?


Önce hislerini feda etmiş Ziya, zamanla da kendisini. Kendisini feda ettiği gün, bedeninde geriye Ziya'dan birkaç parça dışında hiçbir şey kalmamış. O günden sonra Ziya yokmuş artık, Homongolos'muş adı.


"Herkes gibi sen de beni o gece hissiz bir çocuk belledin. İtiraf ederim ki uzun müddet kendim de öyle zannediyordum. Hakikati çok geç anladım. Ben hissiz bir çocuk değilmişim Necdet. Vücudumun çirkin kabuğu altında sevgi ile, rikkat ile dolup taşan zengin bir kalbim varmış. Ne çare ki kimse beni sevmemiş, kalbimdeki o taşkın memba kendi kendine kurumuş. Sevgilerim nefrete, kine, bedbahtlığa dönüşmüş." -Homongolos


Umutlarını birer birer yitirdikçe Homongolos, eski halinden kalan son kırıntıları dahi yok etmek istemiş içinden. Ancak yok ettim sanmış sadece, meğer yok edemediği o son kırıntı, o geceyi bekliyormuş yıllardır sessizce.


"Dünyada aşk denen şeyi tanımamaya mahkumdum. Bu gülünç ve melun maske ile örtülü adamı hiçbir kadın sevemezdi. Sonra fazla mağrurdum. Aşk sadakası da dilenemezdim. Binaenaleyh kadının ve aşkın uzlaşmaz bir düşmanı vaziyetinde yaşamaya mecburdum. Evet sevda denen şeyi tanımadan dünyadan geçecektim. Fakat sen bana hiç olmazsa dostluğu tanıttın Necdet. Mahrum bir insan için bu da epeyce bir şeydir." -Homongolos


Herkes sanmış ki Homongolos kalpsizdir, ama öyle değilmiş işin aslı. İçinde sevgi dilenen Ziya'nın sesini hep Homongolos bastırmış öfkesiyle. Aslında sadece Ziya'yı korumak istemiş, Homongolos'un sevgisi Ziya'ya yeter sanmış. Ancak Ziya, hem kendisinden hem de Homongolos'tan nefret ediyormuş.


"Dünyada boğuşup vuruşmaktan başka bir şeyden zevk almayan, vücudunda yaradan bereden parmak basacak yer bulunmayan bu hırçın ve haşin çocukta da bir kalp bulunduğunu kimse tahmin edemezdi. Benim istediğim de zaten buydu. Fakat yüreğimdeki gizli yaralar bereler, vücudumdakilerden çok daha derindi." -Homongolos


Sıradan gibi görünen bir günde Homongolos; Sara'yı tanımış, yahut tanıdığını sanmış. Ancak anlam verememiş, neymiş genç kızın kendisine ilgisi? O kadar alışmış ki bugüne dek acıyarak bakan gözlere, sevilmemeye; hayal görüyorum sanmış. Kimseye, en başta da Sara'ya belli etmemeye karar vermiş içinde büyüttüğü hisleri. Sevmeye hakkının olmadığını herkesten çok biliyormuş çünkü.


"Gözlerimi ondan ayırdığım vakit kalbimde bir an içinde doğmuş derin ve acı bir kanaatle sen artık öldün oğlum dedim, onun gözlerinde büsbütün başka bir dünyaya baktın. Artık yaşayamazsın." -Homongolos


Bazı anlar vardır. Öyle anlardır ki bunlar, yaşarken inanmak istemezsiniz gerçek olduklarına, hepsi bir rüya olsun istersiniz. Çünkü rüya değil de gerçek iseler, nasıl olur da bundan böyle bu gerçeklerin ağırlığı ile yaşamaya devam edebileceğinizi bilemezsiniz. Korkarsınız, zaten paramparça olmuşken bir de bu parçaların sizi terk etmesine dayanamazsınız.


İşte o anlardan birinde Homongolos, Sara'nın kendisine oynadığı oyunun farkına varır. Böylece yıllarca günbegün taşlaşmış olan kalbi, yeni tanıdığı bir kadının serçe parmağı ile tuzla buz olur.


"Sevmek hakkından mahrum bir insan olduğumu unutacak hale gelmiştim Necip. Evet belki de başka bir insan gibi aşktan bahse cesaret edecektim. O yüzüme bakarak gülmeye başlayacaktı. Sara Hanım bu arzusuna nail olamadı. Fakat ben o kahkahayı kafamın içinde işiterek ölüyorum." -Homongolos


Kimisi için bir çiçek, sonunu getiremediği bir hırs oyunundan daha fazlası değildir; kimisi içinse aynı çiçek her şeydir, yaşama sebebidir. O çiçeğe her baktığında gözleri dolar kimisinin, her şeyden sakınır onu; kimisiyse farkına bile varmaz çiçeğin, ezer geçer yolda yürürken.


"Otomobil altında vücudunun yarısı ezilmiş bir köpek gibi, yolların üstüne kanımı dökerek sürünmeye cesaretim yok. Zaten söylemiştim ya, o gece onun gözlerinde başka bir dünyaya baktıktan sonra etrafımdaki şeylerde bir tat bulabilmek kabil değil." -Homongolos


Homongolos'un içinde bastırdığı Ziya yeniden canlanır sevince, hissedince. Yeni tanıdığı bir kadının gözlerinde, hiç aşina olmadığı bir dünyaya tanık olur.


Bu mesele yalnızca duyduğu aşk ile alakalı bir mesele olmaktan çıkmıştır artık. Kadın düşmanının Homongolos bedeninde iken sırtına yüklenen her yük, şimdi Ziya'nın sırtındadır. Ziya'nın uyanması için tek bir kıvılcım yetmiştir, sönmesi için de yeterli olacaktır.


Ziya'nın içinde büyüttüğü çiçekle yapabileceği tek bir şey vardır; yine de son bir kez Sara'nın dünyasında olmak ister. Sara'nın gözlerine son kez bakarken, kendisinde sevmeye dahi hak görmediği bu kadının gözlerindeki gizli nefreti görebilmektir artık, tebessümünün altında yatan hırsın da.


Ve en kötüsü de şimdi aşık olduğu kadının güzel yüzü, tüm hayal kırıklıklarını hatırlatır Ziya'ya. Gücünün azaldığını hisseder, apar topar ayrılır Sara'nın yanından. Bir sonraki gün yeniden buluşmak üzere sözleşirler; halbuki Ziya, böyle bir günün gelmeyeceğini bilir.


"Yarın bir motosiklet müsabakası var. Galiba bir kaza olacak Necdet. O gece onunla kenarında dolaştığımız bayırdan yuvarlanacağım. Buna cesaret edersem görüşmemize ancak yedi sekiz saat kaldı Necdet. Şimdilik Allah'a ısmarladık." -Ziya


Sabah olduğunda kadın düşmanı, mehtaplı gecede kadın ile yürüdükleri uçurumun kenarından kendisini atar. Birisi Sara'ya "Homongolos ölmüş." der, "Bir spor müsabakasının motosiklet kazasına kurban gitmiş." Sara'nın gözünden yalnızca birkaç damla yaş dökülür. O birkaç damla yaş nedendir bilinmez.


Kadın içinden geçirir, bunca çabasına rağmen aşık edememiştir kadın düşmanını kendisine. Kalpsiz doğan bu adam, kalpsiz bir şekilde ölmüştür. İçinden acır adama. Mezarına birkaç çiçek bırakır sonra, mehtaplı gecede uçurumun kıyısında ona verdiği çiçeklerdendir bu çiçek. Birkaç damladan daha fazla yaş akmaz gözlerinden, İstanbul'a dönme vakti de gelmiştir zaten. Kasaba macerası, burada kapanmıştır. Çok zaman geçmeden kadının hafızasından tamamen silinir ''kadın düşmanı''.


"Ah Homongolos, sen yine sen yine kalpsizliğine kurban gittin. Sabırsızlıkla yolunu bekleyen Sara'ya şiirsiz bir spor müsabakasını tercih etmeseydin böyle mi olacaktı? Belki biraz gururun incinecekti fakat bu sonbahar gününün güzel güneşi altında yaşamaya devam edecektin. Müsaadeni rica edeceğim Homongolos. Sana bir küçük fenalık edecektim. Vakit kalmadı, fakat bu fena niyetim için yine senden af dilemek istiyorum. Pardon Homongolos..." -Sara


Hayatın en acımasız yönü ne diye sorsanız bana, hislerin gücü ve öznelliği derim. Kimsenin umurunda olmayan o çiçek sizin için çok mühimse, ne yapacağınızı bilemezsiniz bu çiçekle. Önce çiçeğin yavaş yavaş solmasını beklersiniz ama o solmaz, aksine büyür ve kök salar içinizde. Koparmak istersiniz sonra ama bir yandan da kıyamazsınız güzelliğine. Ne yapacağınızı bilemezsiniz en sonunda.


Sonra günün birinde o çiçekle yaşamanın bir yolunu bulursunuz. Beraber yaşamak eskisi kadar acı vermiyordur artık. İçinizdeki hiçbir çiçeğin solmadığını anlarsınız sonra, aslında her an büyümeye hazır olduklarını, bir umut damlasının dahi yeşerteceğini yapraklarını.


Tüm bu hisler, içinizde yavaş yavaş büyüyerek sizi siz yaparlar önce. Sonra günün birinde canınızı yakmaya başladıklarını hissedersiniz. Bir zamanlar size can veren hislerle şimdi sizi öldüren hisler nasıl aynı hisler olabilir, anlayamazsınız. Ve hiç kimsenin ruhu duymaz siz ölürken, günün birinde yürüyen bir mezarlık olduğunuzu da fark etmezler.


Gün gelir boyunuzu aşar hissettikleriniz, ezilirsiniz onların altında. Bazen o denli ezilirsiniz ki, tanıyamazsınız kendinizi. ''Ben kimim'' sorusuna artık cevap bulamadığınızda, kendinizi bu hayatta yerleştirecek bir yer bulamazsınız. Hiç var olmamış olmak istersiniz, silinmek istersiniz hafızalardan.


Bazen başarırsınız da, tozunuz bile kalmaz bu dünyada. Kimse hatırlamaz sizi.


"Kendi kendime; Homongolos, sen birbirlerini sevenlere hayret ediyordun diyordum, fakat kimse sevdayı senin kadar iyi anlamadı." -Ziya




take me back to the night we met

i don't know what I'm supposed to do

haunted by the ghost of you

oh, take me back to the night we met

when the night was full of terrors

and your eyes were filled with tears

when you had not touched me yet



-henüz bana dokunmadığın geceye, beni tanıştığımız geceye götür.