Çocuk okulda bekliyor, sıradan sıralarda kitap okuyor, korku hikâyelerini seviyor. Hoca bir şey soruyor, cevapsız bakışlar atıyor. Hoca sinirli, arkadaşlarının dudaklarında alaycı kıvrımlar utandırıyor, suratı kızarıyor çocuğun. Hocanın hayal kırıklığıyla bezeli bakışları başka bir zavallı adayını arıyor. Herkes masalarına sinmiş, ben değil diye yalvarıyor.


Zil çalıyor. Çocuğun arkadaşı yok. Elinde kitap. Okuyor. Güneş pencereden yüzüne vururken zaman akıyor ve eve yollanıyor. Herkes arkadaşlarıyla yan yana yürüyor, şakalaşıp kahkaha atıyor. Çocuk yalnız. Çocuk hep yalnız.


Bilmediği sokaklara dalarak eve yürüyor. Çelimsiz vücudunu görenler tiksinti dolu bakış atıyor. Köpekler bile pek sevmiyor çocuğu. Havlıyorlar. Seni daha önce görmedik diyorlar, yabancısın diyorlar ve kovalıyorlar. Erik ağacı görüyor. Olgunlaşmış erikler kendini koyuvermiş çimenlere, düşmüşler. Çocuk etrafını izleyip erik ağacına çıkıyor. İyi de tırmanıyor. Kendini yalnız hissettiğinde hep yaptığı gibi bulduğu ilk ağaca tırmanıyor ve dallarda yükselen bulutları izliyor. İnsanların altında kayıp gitmesi hoşuna gider. Görünmez bir hayalet gibi onları izlemek keyifli; sevgilisi ile kavga eden çiftleri izler, yaşlılıktan yakınan dedenin attığı balgama bakar.


Erikler cebinde ağırlık yapıyor. Yürürken kemiriyor. Fazla arakladığını düşünse de cebinde erik dolu, cesaretin göstergesi. Diğer sıradan insanlardan farklı o. bilmediği sokaklarda yürüye yürüye eve gidiyor. Çoğunu gezmiş, diğerleri bilinmiş; bazıları köşede kalmış, keşfetme zamanı diyor her zaman.


Okulu sevmiyor ama okuduğu kitaplar ve dolaştığı sokakları seviyor. Kaldırımda yatan kediye selam veriyor. Şüpheli gözlerle süzen kadından kaçınıyor ve bazen güzel bir ev gördüğünde durup taslağını çiziyor, keşif yapıyor. Eve gidince üstünden geçip orada yalnız insanları ve yaşadığı hayatları düşünerek resim yapıyor.


Yalnız çocuk keşfini bitirip eve geliyor. Anahtarı sokup kapıyı açıyor. Annesi işte, babası uzaklarda bir kaptan, okyanusları aşıp hikâye biriktiriyor. Babasını kıskandığında yakalandığı suçluluk hissinden nefret ediyor. Babasını sevmiyor. Gittiği ülkelerden bir oyuncak gelmedi, heyecanlı hikâyeler anlatılmadı. Başı okşanıp eline verdiği paralarla sevgisini gösterdi. Çocuk istemedi parayı, hikâye istiyordu o.


Ev boş. Hızlıca sandviçini yapıp yiyor, kömürlüğe yollanıyor. Üniforması üstünde.


Kömürlüğün kapısını açmadan önce taşın altına sakladığı, annesinden arakladığı bir dal sigara ve çakmağı alıyor. Kömürlüğün karanlığına bırakıyor kendini. İlk başta hiçbir şey görmüyor. Yeşil gözleri karanlığa alışana kadar, birkaç dk. bekliyor öylece. Siyahlar griye çalıyor. Sırtından içeri sızan ışık az da olsa etrafı aydınlatıyor; kırılmış bir bisiklet gözüküyor, pas içinde, odunlar ve annesinin attığı ev eşyaları yığın hâlde, üst üste binmiş. Babasının tamir edevat eşyaları ile dolu. Tahtadan bir şey oymayı sever babası. Çocuğu yanında istemez pek, hobisiyle uğraşırken yalnızlığı sever. Çocuk hep kıskanır durur babasını. Hep kıskandı.


“Ben geldim,” diyor karanlığa.


Karanlıkta bir ses çıkmıyor. Elindeki çağmağı yakıyor ve sol tarafında asılı gaz lambasını yakıyor. Etraf sarı ışıklarla kuşatılırken etrafına bakınıyor. “Alo,” diyor. “Ben geldim, utangaç olmanın sırası değil.”


“Hoş geldin,” diyor bir ses. Çocuk hızlıca sağ tarafından gelen sese dönüyor. Işığın gölgesinden bir şeyler çıkarsa da hiçbir şey göremiyor. Sonra, sonrasında bir beyazlık beliriyor. Beyaz bir çarşaf. Yavaş yavaş etrafın ışığını emiyor ve önünde bir hayaletin görüntüsü beliriyor. Bir çocuk boyutunda, perde gibi işlemeli bir çarşaf ve içinde birisi olan bir şey bu. Çocuğun hayalet arkadaşı.


“Üzgün duruyorsun,” diyor çocuk. Sesi telaşlı çıkmış. Neden üzgündü ki. Ne olmuştu.


“Çünkü üzgünüm,” diyor hayalet. Sesi küçük bir kız çocuğun gibi kırılgan. Kafasını kaldırıp gözleri olmasa da kendisine baktığını hissediyor çocuk. “Beklemekten ve yalnız kalmaktan yoruldum, dışarı çıkıp gökyüzünü izlemek, top oynamak istiyorum,” diyor. Tonlaması, ağlayan ve dayak yiyen bir çocuğun tonu.


Çocuk geriliyor. Bunu konuşmuşlar. Dışarısı tehlikeli. Onu dışarı çıkartamaz. Arada, geceleyin kimsenin olmadığına emin olduğu vakit gizlice dışarı çıktıkları oluyor ama güneş tepedeyken bunu yapamazlar.


“Aklını mı kaçardın, seni görürler!”


“Görsünler umurumda değil, sadece güneşi ve uçan kuşları görmek istiyorum, yaşadığımı hissetmek. Burada senin gelmeni beklemekten ve keşfettiğin şeyleri dinlemek istemiyorum artık.”


Çocuk alınmış. Biraz da sinirlenmiş. Söyledikleri hiç mantıklı değil. İntihar bu. Yapamazlar. Tek arkadaşını, hayaleti kaybetmek istemiyor.


Elindeki sigara dalının kırdığını fark ediyor çocuk. Yarısını fırlatıyor ve diğerini ağzına götürüyor. Çakmağı yakıp bir fırt çekiyor içine. Ardından öksürük tutuyor. Tekrar içiyor ve hayalete uzatıyor. Hayalet sigarayı tutup ağzı olduğunu düşündüğü yerden çekiyor içine ve kömürlüğün rutubetli havasına salı veriyor.


“Pekâlâ," diyor çocuk. Yapalım.


Hayalet şaşkın bir ifade takınıyor. Heyecanlı olduğunu şimdiden görülüyor. Çocuk “sikerler,” diyor. Haklıydı hayalet. Hayatını beni bekleyerek ve anlattığımla yetinmek zorunda değil.


Arkadaşının elinden alınmasına korkuyor, onu kaybetmekten ölesiye korkuyor ama haklı.


Tanrım hem de nasıl bir korku. Sırtında iri terlerin gezindiğinin farkında olsa da arkadaşına yardım edecek.


İkisi kömürlükten çıkıyor. Hayalet çarşafı güneşe kaldırıp kafasını yere eğiyor. Güneş yakıyor anlaşılan. Alışması için birkaç dakika istiyor. Çocuk bekliyor. Ve yürümeye başlıyorlar.


Hayalet hiç susmuyor. Evet sırada ne var. Dışarıyı görmek istiyorum diye tutturuyor. Ağaçları görmek istiyor. Çocuk elinden tutup “Beni izle,” diyor.


Ve korkusuzca sokağa çıkıyorlar. Kimsecikler yok. Güneş berrak ve hava güzel. Bir komşusu, yaşlı Fatma teyze, kapının önünde oturmuş el işi örüyor. Kafasını kaldırıp çocuğa selam veriyor.


Çocuk ne diyeceğini bilemiyor. Elinden tutuğu hayaletle şaşkın bir bakışma geçiyor aralarında. Kekeleyerek “Hayır,” diyor. “Daha gelmedi Fatma teyze.”



“Gelirse Fatma teyzenin selamı var de. Anlar o.”


Tamam diyor çocuk ve hayaletin elini çekiştirerek yürümeye başlıyor. Seni görmedi diyor çocuk sevinçle. Demek oluyor ki kimse seni göremiyor benden başka. Sesinde umut ve sevinç var ama hayalet o kadar da sevinçli değil. Birden o sevinçli ruh hali uçup gidiyor. Evet diyor, beni görmüyorlar. Çocuk bu hüzün dolu sesi fark edemiyor ve heyecanla en sevdiği incir ağacına götürüyor hayaleti. İkisi de tepesinde dikilen, yeni incir açmış ağacın dallarına hayranlıkla bakıyor. Tırmanıyorlar yavaş yavaş, zira hayalet zor çıkıyor. Çocuk yardım ediyor ona.


Atlarından gecen insanlar arı gibi geziniyor. Tek tükler ama kimse fark etmiyor onları. Gökyüzü temiz, kuşlar heyecanlı, hava hafiften esiyor. Hayalet mutlu. En azından çocuk böyle düşünüyor.


“Artık istediğimiz zaman dışarı çıkabilir, gezebiliriz,” diyor çocuk sevinçle. Hayalete bakıyor. Gözleri gökyüzünde. Bir şeylere bakınıyor. İyi misin diye soruyor çocuk telaşla.

Elini sıkıyor, ben buradayım dercesine.


“Beni bırakman lazım,” diyor.


“Neden bahsediyorsun,” diyor çocuk korkuyla. Yüreğini sıkan bir şey hissediyor. Acı veren bir şey. “Sen neden bahsediyorsun?”


“Fatma teyze ve annen birkaç kadınla beraber oturup kuran okuyacaklar biliyorsun di mi?” diyor hayalet. Evet çocuk bunu biliyor. Her hafta neredeyse yaparlardı bunu. Annesi inançlı bir kadın. Bu aralar sıklaştırmışlardı bu kuran okuma işini. Ama konuyla ne alakası var çözemiyor.


“Kömürlükte seni beklerken, annenin konuşmasına şahit oldum, annemizin...

Nereden ve nasıl geldiğimi hiç konuşmadık,” diyor hayalet. Evet, hiç konuşmamışlardı. Çocuk bu sorudan nedense hep kaçınmış ve korkmuştu. Sorunun varlığı hep bir tehlikeydi onun için. Ne zaman konusu açılsa kapatmak için takla açıyor bir şekilde.


“Sen küçükken, elini tutup gezdirdiğin bir kız kardeşin vardı Emre, ağaca çıktınız ve sen eve tek başına ağlayarak geldin.”


Çocuk inanılmaz bir üşümeyle titriyor. Duymak istemiyor, hazır değildi bu sözcüklere. Hayır!


“Annene ağladın. Gözyaşları döktün ve o gece evde sadece ağlamalar işittin. O gece kız kardeşini sonsuza değin gittiğini idrak edemedin Emre. Benim öldüğümü kabullenemedin,” diyor hayalet. ”Annemiz kuran okumaya, sana musallat olan cinler için gidiyor. Yani benim için. Yani kendini ölümüyle suçladığın kız kardeşinden kurulman için.”


Anılar üstüne çullanıyor. Elinden tutuğu kız kardeşine heyecanla ağacı gösterip, hadi gel dediğini, beraber tırmanırken arkasından destek olduğunu, kız kardeşi korktuğunu söylemesine rağmen az kaldı demesini hatırlıyor. Güneş batmak üzere ve çok güzel olacağını söylüyor. Kız kardeşinin küçük ellerinden tutup en yüksek dala çektiğinde ayağının kaydığını hatırlıyor.


Sonrası bulanık. Annesinin telaşlı gözlerini anımsıyor. Eve çöken hüznün kokusunu anımsıyor. Geceleri yorganın altında ağladığı geceler beliriyor gözlerinin önünde. Kız kardeşi, kendisinin yüzünden öldüğünü hatırlıyor. Babasının okyanustan eve gelmek istememesini anlıyor.


“Sorun değil Emre, beni bırakman lazım, sadece gitmem lazım.”


“Hayır,” diyor Emre, sesinde bir titreme ve yüreğinde bir sızı ile. Hayır. Gitmeni istemiyorum.


“Sorun değil, seni affediyorum.” diyor hayalet.


Üstündeki çarşaf tıpkı geceleri annesin okuduğu hayalet hikayelerindeki sonlar gibi silikleşiyor, yok olup kardeşinin yüzü beliriyor. Asmalı bir etek giymiş. Büyük yeşil gözleri, ince kaşlarının altında belirgin, çocuksu suratı tombul. “Gitmem lazım, sorun değil,” diyor biraz peltek sesiyle ve elini uzatıp çocuğun, abisinin elini tutuyor.


“Seni affediyorum,” diyor ve eli silikleşiyor. Yüzünün ardındaki yapraklar rüzgarla savruluyor. “Hoşça kal abi,” diyor.


Çocuk ağlıyor ve son kez kız kardeşin elini tutuyor. Gözlerini kapatıp açtığında eli boşlukta. Güneş tepede ağacın üstüne iniyor. Yapraklar hışırdıyor. Çocuk ağlıyor.