BİR KARLI AKŞAM

Dışarıda insanın içine işleyen bir soğuk vardı. Kar hiç durmak istemiyor, hırsla yağıyordu. Böyle havalarda aklıma hep Kibritçi Kız gelirdi. Onun sokakta mutlu, sıcak ve içinde insanların gülüp eğlendiği evlere bakarak bir kibrit çaktığını gözümün önüne getirdikçe gözlerim dolardı. 

Şömineye birkaç odun atıp çalışma masamın başına geçtim. Romanımın sonlarına gelmiştim fakat son bir haftadır bir arpa boyu yol gidemedim. Sürekli aklıma yeni bir şey geliyor, bir saat geçmeden bu fikrin ne kadar saçma olduğunu düşünüyordum. Yine böyle dalıp gitmişken bir anda kapı çalındı. Bu dağ başında karlı bir gece yarısı kapımın çalınması beni ister istemez tedirgin etti. 

Kapının yanındaki pencereden göz ucuyla dışarı baktım. Sadece soğuktan titreyen bir kadın vardı. Kapıya yaklaşıp her zamanki alışkanlıkla “Kim o” diye seslendim. Dışarıdaki kadın “Merhaba. Buradan geçerken arabam yolda kaldı. Birinin geçmesini bekledim ama tek bir araba bile gelmedi. Evinizdeki ışığı görünce son çare buraya geldim.”

Kadının sesi gayet içten ve samimiydi. Kapıyı açıp “Lütfen buyurun” diyerek içeri davet ettim. Son derece kibar ve bir o kadar da hızlı adımlarla içeri girdi. Paltosu kar içinde kalmıştı. Burnu ve kulakları kıpkırmızıydı. Hemen şöminenin önüne bir sandalye çektim. O oturup ellerini şömineye uzatırken ben de mutfağa gidip sıcak bir kahve hazırladım. Salona döndüğümde paltosunu, şapkasını ve atkısını çıkartmış, yüzü daha belirgin hale gelmişti. 

Kahveyi uzatıp “Buyurun içiniz ısınsın” dedim. Yüzüme masumane bir bakış attı:

“Teşekkür ederim. Gece gece sizi de rahatsız ettim.”

“Olur mu öyle şey. Lütfen rahatınıza bakın. Daha iyi misiniz?”

Soruma hafifçe başını sallayarak cevap verdi. Gözlerini etrafta gezdirerek evi inceliyordu. Bakışlarından evimi beğendiğini hissettim. İyice bakındıktan sonra bana döndü:

“Yalnız mı yaşıyorsunuz?”

“Evet. Aslında burada yaşamıyorum. Yılda bir ya da iki kez şehir hayatından uzaklaşmak için kendimi buraya atıyorum”

Kar, hınçla yağmaya devam ediyordu. Dışarıda bu havalara özgü sarı bir ışık belirmişti. Bir an ikimiz de bu harika manzarayı seyre daldık. Şömineden gelen çıtırtılar bu görüntüye daha hoş bir hava katıyordu. Salon iyice ısınmış ve şöminenin alevleri yüzümüze çarpmaya başlamıştı. Onun da rahatsız olduğunu fark ederek “İsteseniz kanepeye geçelim” dedim. Yüzünde sevecen bir gülümseme belirdi.

Kahvesini alıp kanepeye geçti. Ben de hemen karşısındaki tekli koltuğa oturdum. 

“Maalesef burada telefonlar çekmiyor. En yakın yerleşim yeri de beş kilometre uzakta. Sanırım yollar açılana kadar misafirim olacaksınız.”

Yüzünde tek başına yaşayan ve hiç tanımadığı bir adamın ıssız bir yerdeki evinde mahsur kalmış bir kadın tedirginliği yoktu. Yalnızca gülümsüyordu. Bu gülümsemenin altında gizemli bir hava da vardı.

“Sizin gibi bir yazarın evinde misafir olmak benim için büyük bir şans”

Bir an afalladım. Şaşırdığımı fark edince devam etti:

“Başta benzettiğimi düşündüm ama artık eminim. Siz Yaşar Salih Serezli’siniz. Her iki romanınızı da okudum. Müthiş bir kaleminiz var. Sizinle tanışmak için bir imza gününüze geldim ama maalesef yetişemedim.”

Aslında bunu ben söyleyecektim. Sizi gözüm bir yerden ısırıyor diyecektim. Daha önce karşılaşmış mıydık diye soracaktım. Yüzü, duruşu, bakışı çok yakından tanıdığım biriymiş gibi geliyordu. Sanki düne kadar birlikteymişiz gibi. Bana söz hakkı vermeden heyecanla anlatıyordu:

“İlk romanınızda varoluşçuluğu çok güzel ele almışsınız. Okurken hayatımı baştan sona sorguladım. Her bölümün sonunda kitabı kapatıp uzandım ve neden varolduğumuzu, hayattaki amacımızı, toplumsal normları, insani zaafları düşünüp durdum. Takdir edersiniz ki bir sonuca varamadım. Galiba siz de bir sonuca varmayı amaçlamamışsınız. Zaten varoluşçu eserlerin gayesi de bu değil mi? Albert Camus’un Yabancı’sını okurken de aynı hislere kapılmıştım.”

Kendini iyice kaptırmıştı. Söylediklerine yalnızca başımı sallayarak karşılık veriyordum. Ona nereden geldiğini, nereye gittiğini, kim olduğunu sormak istiyordum. Sanki bunu anlayarak bana konuşma fırsatı vermiyor, hiç durmadan konuşuyordu:

“Benim asıl şaşırdığım bu kadar ses getiren felsefi bir romanın ardından kadınlar hakkında bir roman yazmanızdı. Yanlış anlamayın, gayet akıcı, sürükleyici ve başarılı bir çalışma olmuş. Fakat kadınların her şeyi başarabileceğini, içlerindeki özgüveni çıkartmaları gerektiğini, istediklerinde birçok erkeğin yapamayacağı şeyleri yapabileceklerini bir kadın yazmayınca pek de bir şey ifade etmiyor insanlar için. Tabi ben böyle düşünenlerden değilim. Bence bir erkek bir kadınla gayet rahatlıkla empati kurabilir ve onun hislerini dile getirebilir. Hem bir söyleşinizde bu roman için farklı tabakalardan pek çok kadınla konuştuğunuzu, romanınızı yazarken de onların anlattıklarından sıklıkla yararlandığınızı okumuştum. Ayrıca romanınızı okuduktan sonra hayatımın değiştiğini, ayaklarımın yere daha sağlam bastığını fark ettim. Açıkçası size çok şey borçluyum.”

Saat epey geç olmuştu. Dışarıdaki kar sonunda durmuş, ortalığı dumanlı bir hava kaplamıştı. Karşımda oturan ve konuşmaktan yorulmuş misafirim esnemeye başlamıştı. 

“İsterseniz yatacağınız odayı göstereyim size”

Ayağa kalkıp odaya kadar kendisine eşlik ettim. İçinde bir yatak, bir dolap ve salona sığmayan kitaplarımı yığdığım odayı gösterip çıktım. Teşekkür edip kapısını kapattı. 

Benim için de oldukça yorucu bir gün olmuştu. Odama gidip bu davetsiz misafirimin söylediklerini düşünerek uykuya daldım.

Sabah uyandığımda güneş açmıştı. Kar yavaş yavaş eriyordu. Pencereden yukarı baktım ve yolun açıldığını gördüm. Gözlerimi ovuşturarak odamdan çıktım ve dün geceki misafirimin hazırlanmış ve çıkmak üzere olduğunu fark ettim. 

“Gidiyor musunuz? Bir kahvaltı yapsaydık?” dedim.

Hiç oralı olmadan:

“Teşekkür ederim. Yeterince rahatsızlık verdim” dedi.

Kapıyı açtım. Atkısını takmasını seyrettim. Tam giderken ona doğru sesledim:

“Bari isminizi bahşetseydiniz.”

Gülümseyerek arkasını döndü:

“Yalnızca geçmişinden kaçan kadın.” dedi.

Yüzümde hafif bir tebessüm oluştu. Kapıyı kapatırken daha önce hiç iki roman yazmadığım aklıma geldi. Tabi daha önce hiçbir imza gününe katılmadığım da. Çalışma masama doğru yürüdüm, oturdum ve yarım kalan romanıma şu cümlelerle devam ettim:

“Geçmişinden kaçan kadın karların içinden arabasına doğru yürüdü. Arabasına binip paltosunun cebindeki kutuyu çıkardı. Kutudaki son kibriti alıp yaktı ve arabasını çalıştırıp geleceğine doğru sürdü”