“Sevmek ya da sevmemek değil mesele. Bir kedi kadar yalnız, hür ve gururlu olmaktır. Özgürlüğün yalnızlığı içinde gururla yaşamaktır. Yalnız kalmak değil mesele. Doğuştan yalnız olmak; yaşarken tek başınalığın umarsızlığını, bilgece taşımaktır. Her ne kadar ‘şerefsiz’ deseler de bildiğini yapmaktır. Mesele kedi gibi olmaktır.”

Bir gözüm mavi, bir gözüm yeşildi benim. Bembeyaz doğmuştum. Bunun bir hastalık olduğunu söyleyenler vardı evde ama evin erkeği beni beyaz olduğum için bir başka seviyordu. Karısıyla ilk karşılaştığımızda bana bakarak, “Bu çirkin şey de ne böyle?” diyerek bağırmıştı. Ben bunun ne demek olduğunu hiçbir zaman anlamadım zaten hiçbir şey duymuyordum. Tek ihtiyacım olan annemin kalp seslerini hissetmek ve sütünü içmekti. Sakın yanlış anlaşılmasın, beni annemden onlar ayırmadı. Ben çok erken bir zamanda annesiz kalmıştım, işte bu yüzden beni sahiplenmişlerdi.

Kadın beni koynunda büyüttü. Dudaklarım, kulaklarım ve patiklerim pespembeydi. Evde sürekli gölge gibi peşinde geziyordum. Oturduğum yer illaki onu görebileceğim bir açıda olmalıydı. Birlikte arabaya biniyorduk; arka camda oturup ışıkları, sokakları ve geçen arabaları izliyordum. Bazen de tüylerimi tararken “Benim küçük kremalı pastam.” diye bir şeyler söyleyerek seviyordu. O zamanlar sesini duyabilmek için her şeyimi verirdim çünkü bunu yaparken gözlerinde şahane bir ışık ve yüzünde dünyanın en güzel gülümsemesini görüyordum. Beni çok seviyorlardı. Bunu hissedebiliyordum. Evin girişinde, “Kediler ve hizmetçileri burada yaşıyor.” diye bir şey yazıyordu. Bunu her okuduklarında hakkımda ileri geri konuşmaları ve gülmeleri biraz canımı sıkıyordu. Bunu hareketlerinden anlıyordum, dalga geçtikleri apaçık ortadaydı. Ev genelde müzik sesi hariç çok sessizdi, gerçi kulaklarım duymadığı için benim için birçok şey anlamsız hareketlerden oluşuyordu.

Yıllardır evliydiler. Birlikte zaman geçirmeyi çok sevseler de zaman içinde ikisinin de ayrı ayrı çok değiştiğini anlıyordum. Evde sürekli klasik, caz ve blues müzik çalınıp dinleniyordu. Bunu derse gelen çocukların piyano ve gitar çalmalarından anlayabiliyordum. Sağırlığımın getirdiği garip, huzurlu bir dünyam vardı. Zaman içinde hayatıma mal olsa da bunun bir lütuf olduğunu anlıyordum. Kadın, benim bu huzurlu hâlimden çok memnundu. Açıkçası bende şu anda, “İyi ki sağır doğmuşum.” diyorum. Dünyada olanları gördükçe duymadığıma şükrediyorum.

Altı aylıkken bir gece evden kaçtım. Erkek, “Benim kızım eve gelecek, ben bundan eminim.” demiş, karısı da “Gelecek ama karnı dolu gelecek, gözümüz aydın.” diye cevap vermişti.

Sabah eve geri geldiğimde ikisinin de gözleri fal taşı gibi açılmıştı. Acayip olan neydi bilmiyorum ama ben çok pis ve yorgundum. Kadın haklıydı, geri geldiğimde dünyaya gelecek dört yavrunun tohumları atılmıştı o gece. Kadın, “Yakında evde dört yavru olacak, kapıyı açık unutursan olacağı budur.” diye kocasını azarlamıştı karnımı elleyip yavruların kafalarını hissettikten sonra. Aslında esas korktukları şey sağır olduğum için kendimi koruyamamamdı. Tam altmış dördüncü gün doğum başladı. Banyo küvetlerine benim için bir sürü hazırlık yapmışlardı. Eve geldiklerinde banyoda iki yavru buldular, sağır olduğum için seslerini duyamıyor, iyi annelik yapamıyordum. Kadın, deli gibi diğer iki yavruyu aramaya başladıktan sonra kurutma makinasının üzerinde ölmek üzere olan iki yavrumu daha bulup hemen yanıma getirmişti. Ben bu bakım işinin altından onlar olmasaydı tek başıma kalkamayacaktım. Her an yanımda oldular. Biz kediler yavrularımızı kimseye teslim etmeyiz ancak ben yavrularımı taşıyıp kadının kucağına koyuyordum. Belki de ben yeterince kedi özellikleri taşımayan bir kediydim, belki de sağırlığım yüzünden gerçek bir kedi olamadım hiçbir zaman.

Yavrularımı birlikte büyüttük. Artık ayrılma zamanı gelmişti. Üç tane bembeyaz yavrumu hemen sahiplenmek isteyenler oldu ancak yavrularımdan birini kimse istemiyordu. Buna hiçbir zaman anlam veremedim. Evet, o hiç bana benzemiyordu. Ben incecik bacaklı, zarif yürüyüşlü bir kediydim. O tamamen babasına çekmişti. Sokakta gezen tekirlerden hiçbir farkı yoktu. Daha sonra serserinin teki olacağı kesindi. İnsanoğlunun sevgisinin hep şartları vardı. Bu şartlar yerine gelmezse asla sevgilerini vermiyorlardı. Bu da bende onlara karşı hep bir güvensizlik yaratmıştı. Bunlar olurken kadın, “Ben bu tekire bayılıyorum, kedi dediğin tekir olur.” demiş, kimsenin sahiplenmek istemediği bu yavrunun kalması için iyi bir neden bulmuş, onu neredeyse benden çok sevmişti.

Bir gün yine yavrumla ben evden kaçtık, karşı komşunun arabasının altında koynuma sokuldu. Birlikte çok tatlı bir öğleden sonra geçiriyorduk. Ben hiçbir ses duymadığım için altında yattığımız arabanın çalıştırıldığını duymadan huzurla yavrumun tüylerini yalıyordum. Bir anda kaldırımın üzerindeki lastik, başıma hızla düştü ve başım patladı. Yavrumun sol kalçası kırıldı. Ben artık hayatta değildim. Kanlar içinde yerde yatıyordum. Ölmek bir şey değildi de başım ezilirken duyduğum acı kısa da olsa çok korkunçtu. O sırada öyle bir çığlık atmışım ki karşıdan olayın olduğu yere gelmeleri bir dakika sürmedi. Ben, beni kaybettikleri için bu kadar üzüleceklerini hiç düşünmemiştim. Kadın günlerce, “En yakın arkadaşım öldü benim!” diye ağladı.

Onu daha önce hiç böyle görmemiştim. Kendini suçlayıp duruyordu. Benim evden çıkmamam için çok uzun süre uğraş vermiş olsalar da bir türlü ikna olmuyordum. Neden çıkmamam gerektiğini anladığımda da çok geç olmuştu. Dünyada geçirdiğim bir buçuk yılda çok fazla insan tanımamıştım ama herkesin beni evlerine kabul edip bakan bu insanlar gibi olmadıklarından emindim. Hiç konuşmadıkları bir acıları vardı bence. Bunu hissedebiliyordum. Kaybettikleri çok önemli bir şey olduğunu, üst katta kapısının neredeyse hiç açılmayan bir odada kimsenin yatmadığı küçük bir yatak gördüğümde anlamıştım. Bir de garip bir olgunluk ve hoşgörü vardı evlerinde. Özellikle akşamları tüm kelimelerin sahibi evin sessizliği oluyordu. Duvarların doluluğundan yaşanmışlıklarının çok olduğu belliydi, şimdileri ise bana hep hüzünlü bir şarkı gibi geliyordu. Dünya kötü bir yerdi, bunu biliyordum ama ben onların evinde geçirdiğim kısacık ömrümde huzur ve sevgi dolu çok güzel bir hayat yaşadığım için çok şanslıydım.

 "Aslında mesele bir kediyi sevmek ya da sevmemek değildir. Bir kedinin yalnızlığına hürriyetine ve gururuna saygı duymak, biraz da özenmektir. Gururuna hayranlık duymaktır kedi gibi olmak. Yalnızlığın içine doğmaktır, bundan hiç gocunmadan yaşamaktır. Hakkında ne söylerlerse söylesinler hayatın pahasına da olsan benim gibi hep bildiğini yapmaktır."