Yalnız yerde uyumak istiyorum.


İstemiyorum yastık, istemiyorum yorgan,


Çarşaf.                                                                    

İstemiyorum.


Yalnız, başımın yanı, tek kolum, tek dizim, ayak kemiğimin teki, zeminde. Ellerim başımın altında. Zemin, parke, olur. Olur, mermer, olur soğuk ve sert.

Uyumak bir gün, iki gün, üç gün... Uyanmaya karar verene kadar. Kalkmaya, bir şeyler yemeye, bir kahve koymaya, camdan dışarı bakmaya, saçlarıma dokunmaya, yüzümü aynanın karşısına koymaya, ellerimi rahat bırakmaya karar verene kadar. Çocukluğumda sığınacak bir an bulana kadar.


Bir gün çok istedim, çok uğraştım, zorladım, soluğumu tuttum, karnımı, diyaframımı sıkıştırdım, bir çocukluk anısı için, sığınacak bir anı için evet, ıkındım durdum. Olmadı, tutmadı hiç biri. Tutamadım hiç birinden.

Nietzsche demiş ki bir keresinde:

Uçurumun içine baktığında, unutma uçurum da senin içine bakacaktır.

(When you look into an abyss, remember that the abyss also looks into you.)


Bir keresinde biri bana demişti. “Neden kendini siliyorsun?” “Nasıl yani?” Cevap vermişti. “Baya elinde bir silgi var ve resimlerden kendini siliyorsun.” Bir şey dememiştim. Doğru değildi bu söylediği. Ama, bana doğru gelmesinin sebebi zannetmesiydi, sanıyorum. Yine de uyum sağlamıştım. Ama zamanı gelince gitmek, silmek demek değildi kendini oradan. Gitmek de sadece gitmekti işte.


Bir keresinde biri demişti bana. “İlk kez geldiğin bir evde, nasıl bu kadar maskesiz olabiliyorsun?” “Nasıl yani?” Geliyordu içimdeki oyuğa bir tırnak daha. Şimdi değil, ama sonra. “Yani iki gün oldu birlikteyiz. Bakıyorum, öylesine kendinsin. Kendi alanında dahi değilsin. Kafamda oturmuyor.”  Cevap vermiştim. “Zarar görmekten korkmuyor muyum diye merak ediyorsun sanırım?” Onaylamıştı. Gülümsemiştim, içimden. “ Zarar görebilirim evet. Görüyorum da. Ama bunu tercih ediyorum. Bu da benim direnme yolum.” “Omuzlarının taşıyabildiği kadar.”  demişti. Omuzlarımın taşıyabildiği kadar… Öyleydi. Taşıyamadığımda, oynamayı tercih edeceğimi mi varsaymıştı, bilmiyorum. Buradan yağdıracaktı üstüme ne kadar birikmiş yükü varsa. Bense taşıyamadım, sadece.


İstemiyorum.


Yok, hayır istemiyorum.


İstemiyorum biri bana doğru zannetsin. İstemiyorum biri dokunsun, sırtıma.


İstemiyorum biri bana baksın ve desin ki: Umursamıyor. İstemiyorum biri bana baksın ve desin ki: Bekliyor. İstemiyorum biri bana umut versin, biri bana karanlık getirsin. Biri bana yalnızsın desin. Biri bana senin hiç yalnız olduğunu düşünmemiştim desin. Biri bana senin gibi güçlü olmak isterdim desin.


Bir keresinde biri bana “Sana aşık oldum.” demişti, en yalan zannedilebilecek bir anda. Ertesi gün sormuştum. “Hatırlıyor musun?” “Evet, hatırlıyorum.” demişti. Doğru mu diye sormaya cesaret edememiştim. Gülmüştüm. Gülmüştüm ve işimin başına dönmüştüm. Zannetmiştim. Yönetebilirim. Bir keresinde ona demiştim. “Sanırım sana aşık oldum, ve bunu istemiyorum.” Bir şey dememişti. İki korkaktık biz. Boyumuzdan büyük şeylere kalkışan… Birbirimize doğru zannetmiştik.


Sadece.

Yerde uyumak istiyorum. Yalnız.

İstemiyorum, kimse dokunsun sırtıma.


İstemiyorum, biri zannetsin ki zayıfım, korktuklarıma bakarak.

İstemiyorum, biri zannetsin ki, güçlüyüm, baş ettiklerime bakarak.

İstemiyorum, biri zannetsin ki, umursamıyorum, rahatlığıma bakarak.

İstemiyorum, biri zannetsin ki, kırılmıyorum, suçlamadıklarıma bakarak.

İstemiyorum biri zannetsin ki, hissetmiyorum, öfkelenmediklerime bakarak.


Yerde uyumak istiyorum, yalnız.

Şimdi.

Evet, yerde uyumak istiyorum.

İstemiyorum, bunun içine birkaç anlam sıkıştırmak.


Bir zamanlar zannetmiştim ki, içimi ne kadar kurcalarsam, kendimi tamir edebilirim.

Evet, bozuk bir şey zannediyordum kendimi.

Bir zamanlar zannetmiştim ki, normal olursam, kendimi tamir etmiş olurum. Yani herkes gibi…

Herkes gibi diye bir şey var zannediyordum.


Şimdi. Yani en dar zamanıyla, şimdi: Şu an.

Yerde uyumak istiyorum, yalnız.

Hiçbir anlam yüklemeden buna.


Tüm olağanlığıyla.