Gözlerini güçlükle açabildi. Yataktan çıkmak istemiyordu. Alarmın tiz sesi, beynini yırtıyordu. Çoktandır değiştirmek istiyordu şu lanet sesi fakat neden hâlâ değiştirmemişti ki. Düşündü. Kalkıp işe gitmek zorundaydı. Geç kalıp işinden kovulmayı istemezdi. İşe gitmek ve her ay ihtiyaçlarına zar zor denkleştirebildiği maaşını almak zorundaydı... Zihni felaket tellallığı yaparken artık kalkmanın en doğru karar olacağına karar verdi ve güçlükle bedenini yatağında doğrultmayı başardı. Gözlerini ovdu, birkaç kez öksürdü, sonra birkaç kez daha...


Yorganından çıktığı için üşümeye başlamıştı. Gözü, perdesi açık pencereye ilişti. Kış bütün haşinliğiyle dışarıdaydı. Dün kar yağmıştı, hava güzeldi, güneş kendini hissettirebilmişti ama bugün soğuktu, ayaz vardı, güneş yine oradaydı, görünüyordu ama ısıtmıyordu. Üstelik evlerin çatılarındaki buz sarkıtları soğuğun aşkına boy gösterisi yapmaktaydı. Kalktı, yüzünü çabucak yıkadı. Çabucak yıkadı çünkü gitgide soğuklaşan su ile donmak istemiyordu. Sonra mutfağa gitti. Kendine küçük bir ekmek arası hazırladı, kaynattığı suyu bir bardağa döküp içine poşet çay bandırdı. Hazırladıklarını mideye indirirken yazın evinden çıkmak bilmeyen, her istediklerini yiyebilen ama henüz evinden bir şey eksiltememiş değerli karınca misafirlerini özlediğini fark etti. O düşüncelere dalıp giderken daldığı yerden, geç kalmış olabileceğini düşünerek çıktı. Dağınıklığını toparlamadan aynanın karşısına geçip bonesini başına geçirdi, şalını bağladı. Onunla üç kış geçirmiş montunu hızlıca giydi. Atkısını, beresini aldı, şimdilerde su alan ve tamire ihtiyaç duyan botlarını da ayağına geçirdikten sonra evinden çıktı. Beş katlı, sevimli denebilecek bir apartmanın beşinci katında oturuyordu. Apartmanda asansör yoktu ama o buna aldırmıyordu. Öyle ki bu durum hoşuna bile gidiyordu. Merdivenleri hızlıca indi, apartmanın önündeki malum buz pistinden de düşmeden geçmeyi başardıktan sonra apartmanın hemen önünde kalan durakta oturup beklemeye başladı. Beklerken elleri üşüyüp morarmaya başlayınca nefesi ile ısınmaya çalıştı. Ellerini birbirine kenetledi, bekledi. Az sonra yanına siyah çizgili, kahverengi, orta halli bir kedi geldi. Biraz yakınlık gösterince de ayaklarına dolanmaya başladı. Ah şu kediler ne kadar da sevimli oluyorlardı. Keşke şimdi yanında onun yiyebileceği bir şey taşıyor olsaydı... Ayağa kalktı sonra, ufka baktı, işte oradaydı beklediği dolmuş. Hafif sisin içerisinde ona doğru yürüyordu. Dolmuşa bindi ve yaşını almış bir kadının önünde beklemeye başladı. Kadın;

-Aman yavrucuğum donmuşsun sen, dedi ve ellerini biraz olsun ısıtmaya çalıştı.

O da bu kadına minnettarlığını gösterebilmek için bir teşekkürü borç bildi;

-Teşekkür ederim teyzeciğim ne kadar düşüncelisiniz, dedi.


Bu kadın ellerinin yanında yüreğini de ısıtmıştı.

Cama baktı, buz tutmuştu, hiçbir şey görünmüyordu. Nerede olduğunu ancak inen olduğunda kapıdan dışarıya bakarak anlayabildi. Ah! İşte şurada inmesi gerekiyordu. Acele edemedi, inemedi otobüsten. Bir sonraki durakta inebildi ancak. Olsundu, yürürdü, sorun etmezdi. Severdi kışı da ayazı da karı da... Kıştı ya işte.