Bir kunduz deri değiştiriyor her bahar ve giyiyordu her seferinde bir başkasının ceketini

Dönemiyordu evine hem kalamıyordu da misafir olduğu yerde.

Yatağı mı rahat değildi, klima mı bozuktu neydi 

Serin değildi yazgısının pınarı ki, yandıkça ağzı; kana kana içti ama susuzluğu yine de yitmedi, o da gitti.

Bir kunduz toprağa karışacak kadar toz ediyordu kendini un ufak ve kamış kamıştı parlıyordu toprak onun kederinden.

Yağmur yeteri kadar ıslatmıyor muydu neydi, üzerinde zıplayan Air Force çirkin ayakkabılardı, çıplak ayaklarıyla koşuşturan besili veletler neredeydi? İşte kunduz o gün bir pazarından aldığı ceketi eskiciye sattı. Artık çıplaktı.

Sonra da verdiği nefese karıştırdı buhranını buharlaştırdı ve karıştırdı havaya alıştı gitti bu yolculuğa,

Bir kunduz gökte asılı kaldı ve kuş bakışı baktı hayata

Yine de mahcup kaldı göğün yerlisi kanatlılara o zaman kunduz anladı, aşkın özgürlükle içten bir bağı olmalıydı!

Özgür bıraktı aşkını, karıştı bulutlara ve bir daha da dönmedi evine.