Ağır mermer idi. Beyaz alacalı bulacalı. Oturduğum ilk an seni fark etmeliydim fakat önce o masanın kesilişini ve mermerin çıkardığı tozu hayal ettim. Ustanın ellerini ve mermerin suya temasını...

Sesinle birlikte gözlerim aceleyle seni aradı ve bulduğunda sakinleştim... Söylediklerin bir uğultu gibi geliyordu fakat gözüm artık sendeydi. Mermerin suya teması benim sana temasımdan daha kritikti.

Fakat işte buradayız ve belli ki epey yüklü bir hesap ödeyeceğiz. Konuşmaya başlaman için diktim gözlerimi üstüne, rahatsız olacağını bildiğimden epey arsız davrandım ve işte başlıyorsun.

İzmir duruyor, bilmiyorsun. Yalnız sen, ben ve masa. Akıştayız ama yaşam tamamen soluksuz. Kuş uçuşunu hatırlıyorum, gökte değil yüreğimde, onun çırpınışı bile durdu sanki. 

Son cümlen biterken elimi havadan masaya doğru salıveriyorum. İşte yine aynı hızda cadde

ve akıyoruz bir tepeden katılaşmadan önce.

Fevri değil aksine epey sakinim, biliyorsun gideceğim işte. Bir mide bulantısı saplanıyor önce, tanıyorum bu hissi. Psikoloğum bir terapimizde mide bulantımın neye benzediğini tanımlamamı istemişti. 

Babama demiştim. Tıpkı babama benziyor.

Masanın ağırlığını sana bırakıp kalktım. Hatta sana yalnızca ustanın elleri ve emeği için oturdum diyemedim. 

Mide bulantım artık biraz da sana benziyor ve bu facia sayılır. Mermerle sevişmek nedir biliyorum artık. 

Her sokağa girdim. Saat ilerledikçe daha cesurum, her sokakta başka bir giysimi bırakıyorum üstelik.

Arınmanın bambaşka hali. İşte bir orospu duruyor, koşarak gidiyorum. Sarıl bana diyorum, sarıl ki bulaşalım birbirimize. Sarılıyoruz, kalpten.

Sonra çöküyoruz kaldırıma , sigarasını yakıyor fakat çakmağın gücü benimkine yetmediğinden onun sigarasıyla yakıyorum sigaramı.

Kollarımı inceliyor. Dövmelerimin anlamlarını soruyor, yaralarımdan bahsediyorum. 

Sonra ikimiz aynı anda fısıldıyoruz.

"Tanrım şapkamı kırmızıya boya." 

Şehvet bizim, namus senin olsun demenin güzellenmiş hali.

Şehvet bizim, yaktığınız cadıların şapkaları bizim, kırmızı kudurtuyor bir boğa gibi bizi. O yüzden önce dudaklarımıza sonra mahrem neresiyse oraya buluyoruz kırmızıyı.

Tanrıya pek bir şey kalmadı fakat alacağımız var.

Almadan bitmeyecek namussuz tavırlarımız.