3. BÖLÜM

 

Kolumdaki el beni geriye doğru çektiğinde nefesim ciğerlerime hapsolmuştu. Kocaman açılan gözlerim o elin sahibine döndüğünde rahatlamış ve derin bir soluk çekmiştim ciğerlerime. Bu o dövmeli adamdı. Endişem geçmeden kolumu çekmeye çalıştım ama bırakmadı, üstüne üstlük kolumu çekmemle bana biraz daha yaklaştı. Anında aramızdaki mesafeyi eski haline getirdim. “kolumu bırakır mısın?” dedim sert bir sesle. Yüzüm telaştan ve sinirlenmekten anında gerilmişti.

 

“niye geri döndün?” dedi kolumu bırakırken. Ona asıl nedenini söylemek istemediğim için aklıma gelen ilk şeyi söyledim. “Lavaboyu kullanmam gerekiyor.” Gözlerimi ondan çektim, tüm dikkatiyle yüzüme bakıyordu. “yalan söylüyorsun.” Dedi ciddiyetle. Sorgulayıcı tavrı hiç hoşuma gitmemişti.

 

“söylüyorsam söylüyorum, sana ne? Şimdi çekil önümden.” Fevri çıkışım Sadık’ın kapıdan girmek üzere olmasındandı. Bu halime kaşları çatıldı ve gözleri yüzümü taramaya başladı.

 

“Pamir.” Arkadan işittiğim sesle ürktüğümde arkama bakmadan uzaklaşmaya çalıştım. Bu Sadık’tı. Tekrar önüme geçip yolumu kapattı. “Ne yapıyorsun, derdin ne senin?” bu defa benim kaşlarım çatılmıştı ve sinirle ona bakmaya başlamıştım.

 

“Vay vay vay… Kimleri görüyorum buralarda. Gözlerim şenlendi.” Gelmişti işte, yakalanmıştım. Nefretle önümdeki adama baktım, sorgulayıcı ifadesinin yerini düz bir boşluk yer aldı anında. Biraz kenara çekildiğimde iki adam karşı karşıya kalmıştı.

 

“Pamir hayırdır koçum, sen bugün uğramayacaktın?” dedi Sadık Pamir’e. İsminin Pamir olduğunu öğrendiğim bu dövmeli adam tam önümü tutmuştu. Korktuğum başıma gelmişti, eğer önümden çekilseydi doğruca içeri Yalçın’ın yanına giderdim.

 

“İşleri Selçuk’a bıraktım. Bir şeyler içmeye geldim.” Net sesi kendinden emindi. Ortamdaki müzik sesi ortama yayılıyordu. Ben ise kapana kısılmış hissediyordum. Mekana girişte, koridorun hemen bitiminde olduğumuz için gelen giden etrafımızdan ilerliyordu.

 

“Oldu o zaman size iyi eğlenceler.” Dedim bu sefer Sadık’ın yanından sıyrılmaya çalışırken. Aralarında kalmıştım. İçeriye geçsem Pamir izin vermiyordu, dışarı çıksam Sadık. Bunların ne istediğini tam olarak anlayamıyordum. “Nereye gidiyorsun güzelim? Daha yeni geldik ama. Değil mi Pamir?” sesini duyduğumda içim ürperiyordu. Sadık hem dış görünüşü, hem yaydığı enerji hem de konuşmasıyla insanı ürkütüyordu.

 

“Yok, teşekkür ederim, gideyim ben.” Tekrar yanından sıyrılmaya çalıştığımda tekrar durdurdu beni. Kalbim korkuyla deli gibi atıyordu. Bu adamla muhatap olmak istemiyordum. “Yalçın içerde olmalı.” Dedi Sadık. Pamir ise sessiz kalıyordu. Arada ona değen bakışlarım keskin bir hal alıp direk üstüne atıyordum. “Evet içerde, onun yanından yeni ayrıldım… Geçsem mi artık? Geç oldu.” Yüzündeki ürkütücü gülüşle yüzüme baktı. Rahatsızca yerimden kıpırdadığımda ne yapacağımı bilmiyordum.

 

Çantama iyice sindiğimde Sadık bana yaklaşmaya başladı. Gözbebeklerim bu girişimiyle kocaman açılırken geriye doğru adımladım. Bana iyice yaklaştığında rengimin attığına emindim. “Beni kendine çekiyorsun…” dedi duyabileceğim bir tonda. İyice olduğum yere sinerken onda olan bakışlarımı çektim, kaşlarım çatıldı sözlerine. Midemi bulandırıyordu. Biraz daha uzaklaşmaya çalıştım. Pamir’e baktığımda ellerini ceplerine koymuş kayıtsız bir şekilde bize baktığını gördüm. En iyisi Yalçın’a ulaşmaktı. Dolan gözlerimi kırpıştırıp Pamir’in arkasından içeriye baktım. Soluk alış verişlerim çoğalmıştı. Hatta dizlerimden dermen çekilmişti neredeyse.

 

Pamir’e küçük adımlarla yaklaşmaya başladım. Sadık’a baktığımda vücudumu süzdüğünü gördüm.

Pamir ise öylece durmuştu. Derdi neydi bu adamın? Ona her ne kadar sinirli olsam da bana yardım etmesi için adeta gözlerimle yalvarıyordum. Ama beklediğim karşılığı asla alamıyordum. Yalçın’dan aşağı kalır yanı yoktu. Bana yardım edecek kimsenin olmaması omuzlarımın çökmesine neden oldu. Lakin pes etmedim. Yalçın tek çıkış yolumdu. Biran önce buradan çıkmalıydım.

 

“Tamam, içeri geçelim.” Dedim titreyen sesimle. Sakin olmaya çalıştım. Beklentiyle Sadık’a baktığımda yüzüne memnun olmuş bir hal oturdu. Pamir’in yanından sıyrılarak nihayet içeri geçebildiğimde ona en kötü bakışlarımı attım. Onun hakkında kötü bir düşüncem olmamıştı başından beri. Hatta benim bu tür işlerde ve böyle yerlerde bulunmama gerektiğini söylemişti. Ama şimdi beni bizzat kendisi zor durumda bırakmıştı. Açıkçası hayal kırıklığına uğradım.

 

Doğruca Yalçın’ın bulunduğu masaya ilerlemeye başladık. En önde ben giderken o ikisi arkadan konuşarak geliyordu. Yalçın’ın yanına vardığımda beklemeden yanına oturdum. Beni görmeyi beklemiyor olacak ki yüzüne şaşkın bir ifade oturdu. “Rose, sen gitmeyecek miydin?” sorusuyla beraber Sadık ve Pamir de gelmişti. Kulağına yaklaştım onlar yerleşmeden hemen önce. “izin vermediler. Çıkmama yardım et.” Ondan uzaklaştığımda yalvaran gözlerle gözlerine baktım. Anladı. Gözlerini açıp kapattığında içim biraz rahatladı.

 

Masadakiler kısaca merhabalaşıp iyice yerleştiler. Bir daha o iki adama bakmazken telefonumu çıkarıp saate baktım. Koltukta geriye yaslandığımda bacağım kendiliğinden sallanmaya başladı. Aralarında iş hakkında konuşmaya başladılar. Yaklaşık on dakika boyunca onlar konuşmuş bende kendi halimde takılmaya başlamıştım. Konu yine dönüp dolaşıp bana gelmişti.

 

“Kız arkadaşının ismini hala söylemedin Yalçın?” sesini bir kez daha duymak işkence olmuştu. Ağzının ortasına gelişine bir tane geçirme isteğim çok fazlaydı.

 

“Elif.” Dedi Yalçın kısa bir duraklamanın ardından. Ona baktığımda keskin bakışlarını Sadık’a yöneltmiş olduğunu gördüm. Renk vermedim.

 

“Şerefsizim tam ismine yakışan bir kız.” Bakışlarını üstümde hissediyordum lakin tenezzül edip bakmıyordum asla. Ve şerefsiz olduğunu kendisinin ağzından duymak büyük ironi olmuştu. Tiksintiyle yüzümü buruşturdum. “Elif…” dedi ismimi tekrarlarken. Sanırım sırf gerçek ismimi söylemediği için Yalçın’a büyük minnet duydum.

 

Yalçın önündeki içki bardağını alıp kafasına dikti. Ona baktığımda yan gözle bana baktığını gördüm. Ona tamamen döndüğümde bana yaklaşmaya başladı usul usul. Nefesimi tutup onu bekledim. Yüzü yüzümü teğet geçip kulaklarıma vardı.

 

O iki adam tam karşımızda oturuyordu ve bizi izlediklerinden adım kadar eminim. Gerilmiştim iyice. Yalçın’ın yüzü sol kulağıma vardığında benim yüzüm ortalıkta kalmıştı.

 

“biliyor musun? Şu an canım oyun oynamak istiyor.” Dedi derin bir soluk aldığında. Olduğum yerde put kesildiğimde en büyük korkuyu şimdi yaşamaya başladım. Kederli bir iç çektim. Dudaklarım titredi. “lütfen…” dedim paramparça bir sesle. Bunu beklemiyordum.

 

“bu senin yararına olacak.” Dedi fısıltılı sesi kulağımı ve boynumu okşarken. Huylanıyordum ama sözleri kanımın çekilmesine neden olmuştu. Bir eli yanağıma ulaştığında kalbim yerinden çıkacaktı neredeyse. “beni sadece buradan çıkart lütfen, oyun olmasın.” Dedim yalvarırcasına. Oyunun ne olacağı hakkında hiçbir fikrim yoktu.

 

“ufak bir oyun…” sözleriyle birlikte yanağımı başparmağıyla yavaşça okşadı. Gözlerim kapanmamak için direndi. Dudaklarımı birbirine bastırdım. Bana eğildiği için sol kolu koltuğun başındaydı. “küçük bir öpücük…” dedi. “hayır!” dedim anında.

 

“Gençler, biz hiç yokmuşuz gibi rahatınıza bakın.” İmalı ve alay barındıran sesiyle Yalçın başını çekip Sadık’a çarpık bir gülüş yolladı, yüzü hala çok yakınımdaydı. Sadık’ın sön sözü üzerine ona kısa bir bakış attı. “Rahatız zaten.” Dedi Yalçın. Yüzüme bakıp gözlerimin içine baktığında yapacağı şeyi anlamıştım. Kendimi biraz geri çektiğimde yanağımdaki eli boşluğa düşmeden ensemden kavradı, benim kıpırdamama mani oldu ve yüzü yüzüme yaklaşmaya başladı.

 

Yanaklarıma hücum eden kan ve yanmaya başlayan yüzümle ona bakıyordum. Büyümüş gözlerim şaşkınlığımın resmini çiziyordu. Ciddiydi ama yüzünde hoş bir tebessümde vardı. Başımı sağa solla salladım yapmaması için. Büyük bir tepki veremiyordum. Hem düşünme yetimi kaybetmiştim hem de bu bilinçsizliğe rağmen Yalçın’ın zor bir duruma düşmemesi için onu düşünüyordum. Tam bir çıkmaz sokaktaydım. Veya tam bir aptaldım.

 

Yüzü iyice yaklaştı. Başını çok az eğdiğinde nihayet dudakları dudaklarıma değdi. Üç saniye bile sürmeden dudaklarını geri çekti. Ben donmuştum. Yüzüme bakıp sırıttı. Öpmemişti sadece dudakları dudaklarıma değmiş ardından hemen geri çekilmişti. Buna rağmen benim kulaklarım uğuldamaya başlamıştı. Mekândaki müzik bile kaybolmuştu. Şaşkınlıkla gözlerimi kırpıştırıp Yalçın’a baktım. İçimde o bahsedilen kelebekler uçuyordu. Farklı bir atmosferin içindeydim. Yalçın beni öpmüştü.

 

“Yalçın, sevgilin onu ilk kez öpmüşsün gibi bakması normal mi?” Sadık’ın o iğrenç sesi beni hayal âleminden uyandırdığında utancım arşa çıkmak üzereydi. Ben onları tamamen unutmuştum. Başımı önüme eğip ellerimle oynamaya başladım. Bu sözlere Yalçın samimiyetten uzak bir kahkaha attı. Benim ise ellerim titriyor kalbimin ise dünyası tepe taklak olmuştu. Yalçın elimi tuttu.

 

“Al iç Elif, hararetini alır.” Geçen sefer gibi önüme kadehi uzattığında hemen önümden uzaklaştırdım. Bakışlarım ona çıktığında, “Alkol kullanmıyorum.” Dedim. Gözlerim Pamir’e döndüğünde göz göze geldik ama bu sefer o benden önce davranıp gözlerini benden çekti. Kadehine uzanıp kafasına dikti tek dikişte. Daha fazla onlara bakmadım.

 

Önüme dönüp saatime baktım. Epey zaman geçmişti. Çantamı alıp Yalçın’a döndüm ve yavaşça elimi elinden çektim. Hareketlenmem üzerine o da kadehindeki son yudumu içip kâğıtlarını toplamaya başladı ve aynı zaman da, “bekle beraber gidelim.” Dedi. Başımı sallayıp onu onayladım ama bunu görmemişti. Yanaklarım hala yanmaya devam ediyordu. Farklı şeyler düşünüp sakin olmaya çalışıyordum. Kurşunun adres sormadığı gibi bakışlarım sürekli Yalçın’a kayıyordu. Ve dudaklarım çok fena karıncalanıyordu.

 

Sonunda ayaklandığımızda Yalçın elime uzandı ve elimi avucunun içine aldın tekrar. Ellerimize baktığımda nefesimi zar zor bırakmıştım. En ufak dokunuşu aklımı başımdan alıyordu. Buna alışkın değildim. Bu zamana kadar hiçbir temasımız olmamıştı. Bu kadar yakınıma bile çok nadir yaklaşırdı. Ve az önce beni öpmüştü bu adam.

 

Sadık ve Pamir’le kısaca vedalaştı. Masadan ayrılmadan önce Sadık’ın iğrenç bakışlarını üstümde hissetmiş ve boş bulunup ona bakmıştım. Bana göz kırpmış ve sırıtmıştı köpek. Pamir ise kadehini doldurmakla uğraşıyordu.

 

Nihayet arkamızı dönmüş çıkışa doğru gitmeye başlamıştık. Yalçın, çıkmadan önce hesabı Sadık’a kilitlemişti. Elimi bırakmadan gürültülü ortamdan daha sakin olan koridora çıktığımızda arkasına bakıp elimi bırakmıştı. Önden yürümeye başladığında oldukça gergin görünüyordu. Bardan çıkış yaptığımızda beklemeden sokakta yürümeye başlamıştı. Hızlı adımlarla yanında yürümeye başladığımda yüzüne bakmaya başladım. Kaşları çatıktı. Yorgunluğu kısık gözlerinden okunabiliyordu.

 

Bana bakmadan, “niye bakıyorsun?” dedi tahammülsüzlüğü sesinden anlaşılıyordu. Bana tahammül edemiyordu. Sorusunu cevapsız bıraktım bunun yerine ben bir soru yönelttim.

 

“niye böyle bir şey yaptın?” sesim hesap sormaktan tamamen uzak, kırgındı.

 

“ne yapmışım?” anlamazlığı seçti, bu hareketi üzerine sessiz kaldım. Sessiz kalmam üzerine durup yüzüme bakmaya başladı. “niye seni öptüğümü mü merak ediyorsun?” başımı aşağı yukarı sallayıp onayladım sessizce. Gözlerimi çektim hemen.

 

“öyle gerekti. O Sadık iti seni rahat bırakmazdı kolay kolay. Fazla bir anlam yükleme.” Dedi tekrar yürümeye devam ederken.

 

“bir daha yapma.” Dedim aksice. İstemsiz her söylediğine kalbim kırılıyordu.

 

“yapmam merak etme.” Aramıza sessizlik çöktüğünde o adamın yüzü canlandı zihnimde. “o adamın bakışları beni korkutuyor. Çok ürkütücü. Her saniye gözleri üzerimde.” Cümlelerim fısıltı gibi çıktığında beni dinlediğini hiç beklememiştim.

 

“Şerefsizin amacı farklı, olabildiğince uzak dur ondan.” Yandan bir bakış atmıştı. Söylediği kafamı karıştırıp meraklandırmıştı. “amacı ne ki?” aynı merak sesime de yansırken yandan ona bakarak yürümeye başladım. Beklenti dolu bakışlarıma karşılık boştaki eli saçlarına gidip karıştırdı. Karırsızlığına bir son verip dudaklarını araladı.

“boş ver, bilmesen daha iyi.” Dedi mırıldanırken.

 

“beni işlerline bulaştırmasan o adamı hiç tanımayacaktım zaten.” Sessiz kaldı.

 

Aklıma geldikçe deli oluyordum. Birinin benim yüzümden en ufak zarar göreceği düşüncesi tüylerimi diken diken ederken o bana en büyük zararı veriyordu. Vicdanı hiç mi sızlamıyordu? Derin bir nefes alıp sustum. Konuşmamın susmamdan hiçbir farkı yoktu onun nezdinde.

 

Paramparça olurken bir insan nasıl bu kadar huzur içinde olabiliyordu? Ateşe âşık pervaneydim. Yaklaştıkça yanıyordum yandıkça yaklaşıyordum. Sonunda kül edecekti ama onu sevmekten asla vazgeçmiyordum. Acı çektikçe acının kendisi oluyordum zamanla.

 

Kara bir deliğin içinden fezayı yaşlı gözlerle seyretmek istemezdim. Gözyaşlarımla sulandı saçlarımın uçları. Saçlarımın uçlarında cehennem zambakları yeşerdi.

 

Barların bulunduğu sokağı geride bırakmıştık. Sanırım dolmuşla gidecektik. Zaten taksiye verebileceğim kadar param yoktu. Ben durağa doğru giderken onun farklı bir tarafa doğru gittiğini gördüm. “Eve gitmeyecek misin?” dönüp arkada kalan bana baktı. “eve gidiyorum zaten?” dedi bana bakmaya devam ederken. “dolmuş bu tarafta.” Elimle arkamda kalan yeri gösterdiğimde hemen, “taksiyle gidelim. Dolmuş bekleyecek halde değilim.” Dedi. Yorgundu. İçim sızladı, kıyamıyordum ona. Başımı sallayıp aramızdaki mesafeyi kapattım. Taksiye bindik. İlk önce beni bıraktı sonra da kendi gitti.

 

Bugün yaşadığım tüm korku ve endişelerin yerini tatlı bir kalp çarpıntısı almıştı. Dudaklarıma yerleşen gülümseme tuhaf hissettiriyordu. Buruk bir mutluluk yaşıyordum uzun zaman sonra. Aynı zamanda mutluluğun gölgesine yer edinmiş solgun çiçeklerim can çekişiyordu.

 

İçimden dualar ettim Allah’a bu yaşadığım hissin biraz daha sürmesi için. Buna ihtiyacım vardı.

 

**-**-**

 

Günlerden Perşembe. Çok çalıştığım üç günü geride bırakmış dördüncü güne de veda etmek üzereydim. Bu süre zarfında Yalçın’dan bir ses gelmemişti. Sessiz sakin bir hafta olmuştu.

 

Çalıştığım en son yerden dört ay önce kovulmuştum. Sabah işe gittiğimde kalan paramı elime tutuşturmuş ve resmen kapı dışarı etmişleri. Bütçe kısıtlamasına gidiyoruz demişlerdi. Ama bunun açıkça kovuldun demenin yumuşatılmış hali olduğunu biliyorum. Normalde bana karşı olan güler yüzlerini son gün, işime son verdiklerinde korkunç bir ifade alırdı. Bana baktıklarında sanki iğrendikleri bir varlığa bakıyorlarmış bir ifade yer alıyordu gözlerinde. Durduk yere kovulmam alıştığım bir durum haline geliyordu ama durumu sorgulamama mani değildi elbette.

 

İşlerde kalıcı olmuyordum genelde. İşten çıkarılmalarımın nedenleri öyle elle tutulur bir tarafı olmazdı pek. Bazıları bir neden bile sunmazdı. Her türlü işte çalışmıştım neredeyse. Bir mesleğim vardı ama mesleğim olması okuduğun mesleği yapmana yetmiyordu. İşsiz mezunlardandım kısacası.

 

Yalçın…

 

İsmi dilimi yakıp çıkardı her seferinde. Onu sevmem doğru muydu? Peki, sevgiyi sorgulamak doğru muydu? Sorgulatıyordu işte. Bana karşı davranışları kendimi mahkeme salonunda bulmama neden oluyor. Ne suçumu biliyordum ne de cezamın ne olacağını.

 

“Ama gözler kördür. İnsan ancak yüreğiyle baktığı zaman gerçeği görebilir…” demişti Küçük Prens. Evet, gözlerim kördü ama yüreğim onunla doluyken gerçeği nasıl görebilecektim ki? Onu sevmemin doğru mu yoksa yanlış mı olduğunu nasıl anlayabilecektim ki?

 

Daldığım yerden beni uyandıran birden içime yerleşen yersiz sıkıntı olmuştu. Ona olan özlemim artmıştı bu birkaç günde. Oysa onu görmemek için yollarımı değiştiren hiç ben değilmişim gibi. Özlemiştim. Yüzü gözlerimin önünden hiç gitmek bilmedi bugün. Buna hakkım yoktu. Onu özlemek benim harcım değildi.

 

İliklerime işlemek isteyen özlemini gölgeleyen sıkıntıyı, yok saymak için derin bir nefes alıp sağa sola bakındım.

 

Gölgesi kalbime düştü bir kez daha. İyice ağırlık çöktü omuzlarıma. Deli gönül arsızlaşmıştı iyice. Odaklana bilmek için gözlerimi kapattım. Bu sefer yüzü göz kapaklarıma düştü. Yüzüm çaresizce buruştuğunda ağlamak istiyordum. Dudaklarımı ısırdım. Beni öpüşü aklıma düştü. Deli gibi aniden ayağa kalktım ve lavaboya gitmek için masamdan ayrıldım. Öylesine üstümde geçip giden gözlere bakmadan çıktım bulunduğum ortamdan.

 

Lavaboya vardığımda dalgındım. Yüzüme defalarca su çarptım. Yüzümden boynuma akan ıslaklığı elimle iyice boynuma ve enseme yaydım. Biraz daha iyi olduğumu anladığımda aynada dağılmış saçlarımı gelişi güzel düzelttim.

 

Dışarıdan kayıtsızlık akan yüzüme zoraki bir tebessüm yerleştirdim. Bu tebessüm sadece kendimeydi. Kendime bir teselliydi veya sadece bir avutma. Her şey yolundaydı.

 

“Gülnare.” Yan tarafımda duyduğum sesle o tarafa döndüğümde beni çağıranın Ayşe olduğunu gördüm.

 

“Efendim Ayşe?” iyice yanıma yanaştığında güzel yüzüne baktım. Dudaklarına yerleşen samimi gülümsemesinin yerini hiç kaybetmemesi ona imrenmeme neden oluyordu.

 

“akşam ne yapıyorsun? Eğer bir işin yoksa bizimle takılsana?” direk konuya girmesi beni bir an afallatmıştı ama Ayşe böyleydi. Deli dolu ve eğlenceli bir karakteri vardı. Etrafına güzel enerjiler yayıyordu ve ister istemez insanlara da yansıyordu bu.

 

“nerede takılacaksınız?”

 

“Pek emin değilim açıkçası. Buluştuğumuzda karar vereceğiz. Seninde gelmeni çok istiyorum.” Israrına direnmeyecektim.

 

“gelirim.” Dedim gülümserken. Burada ilk çalışmaya başladığımda da beni çağırmıştı ve gitmiştim. Ondan sonraki zamanlarda gitmek istemediğim için hep reddetmiştim ama her defasında Ayşe gelip beni davet ederdi. Bu sefer gitmesem ayıp olurdu. Ayrıca biraz düşüncelerimin dağılmasına da iyi gelirdi.

 

“güzel, o zaman iş çıkışında beraber çıkarız.”

 

“olur.” Dedim onaylayarak. Neşeyle koluma girdiğinde çalıştığımız masaya doğru gitmeye başladık yüzündeki tebessümü benim de yüzüme gerçek bir gülümsemeye neden olmuştu. “Biliyor musun? Bu seferde gelmeyeceksin düşüncesindeydim.”

 

“Teşekkür ederim her defasında beni çağırdığın için… Bilmiyorum kendi halimde takılmak hoşuma gidiyor sanırım.”

 

“farındayız, zaten çok suskun ve kendi halindesin. Fakat biraz sosyalleş çiçeğim. Valla gencecik zamanlarımız. Gezip tozmamız, eğlenmemiz gerekiyor.” 

 

“haklısın.” Haklıydı. Bu yaşlarımız en güzel dönemlerimizdi. En verimli şeklide geçirmek hakkımızdı.

 

“haklıyım tabii…” dedi alaylı bir şakayla. Beni güldürdü. “Neyse şimdi işimize odaklanalım ve bir an önce paydos olmasını bekleyelim.” İşinin başına dönmeden hemen önce, “kolay gelsin.” Dedim başımı sallayıp gülümserken. Ayşe iyi gelmişti. Kafam dağılmış kâğıtlar arasında kaybolmuştum. Arada bir Yalçın’ın hayali yoklamıyor değildi lakin idare ediyordum.

 

Yokluğu varlığından daha çok huzur veriyordu, daha çok hüzün ama daha az acı. Sevdasının hüznü bile bana yasaktı. Hiç gelmeyecek olmasına rağmen özlemek niyeydi? Yüzyıllık bir kitap kahramanıyken gözümde, ondaki yerim ne olduğunu tahmin bile edemiyorum.

 

Hayallerimde düşlemek yasakken seni, başka nerede görecektim? Okuduğum şiirlerde yâdıma düşmeyeceksen niye sevdim seni? İçindeki kinin soğumasını beklerken çürüyüp gidiyordum. Tek yaptığım gülüp geçmekti.

 

Sonunda çıkış saati gelmiş toparlanmaya başlamıştık. Ayşe tüm sevecenliğiyle burnumun dibinde bittiğinde işini bitirenler de tek tek Ayşe’nin etrafında toplanmaya başlamıştı. Kendimi uzun zaman sonra bir topluluğa dâhil olarak bulmak garip hissettirmişti.

 

“Hadi çıkalım, yolda karar veririz ne yapacağımızı.” Gökhan, Ayşe’nin erkek arkadaşıydı. Hemen Ayşe’nin elini kavradığında çıkışa doğru gitmeye başladık. İki erkek üç kadın oluşan bu küçük grupla yola çıktığımızda konuşmalarına kenardan sadece bir dinleyici olarak kalıyordum.

 

“Şimdi üç seçeneğimiz var. Bilardo, bowling ve okey.” Cenk seçenekleri sunduğunda çoğunluk okey ve bilardo demişti. Ben sessiz kalmayı tercih ettim. Bana üçü de uyardı.

 

“Gülnare sen bir şey demedin hiç. Aklında farklı bir şey varsa…” Ayşe beni hatırladığında hemen yanıma gelmişti ama ben hemen sözünü kesmiştim. “yok, ben size uyarım.” Dedim. Sorun yoktu ben her türlü uyardım kararlarına.

 

“Tamam o zaman, ne yapıyoruz?” Gökhan, Ayşe’yi yanına çekip kolunu omzuna atıp onu sarmıştı ardından. Bu halleri çok hoşuma giderdi. İlişkilerini fazla göz önünde yaşamayı tercih etmezlerdi. Tadında bir birliktelikleri vardı.

 

“çoğunluğa uyalım derim. Benim bildiğim bir yer var. Gayet güzel bir mekân, denendi ve onaylandı. ” dedi Selin konuşmaya dâhil olurken. “peki, oraya gidelim.” Selin’in teklifini kabul ettiğimizde onu takip etmeye başlamıştık. Sessizdim genel itibariyle. Bu suskunluk kafamın boşalmasına tersi yönde etki ediyordu. Kendimi daha yalnız hissetmeme neden oluyordu. Ve bu duygu çok kötüydü.

 

Etrafın kalabalık ama sen kalabalıklar içinde yalnızsızdır. Bu durum ruhumu sıkmaya başlıyordu. Hepsi kendi arasında konuşmaya başlamıştı. Bir kulağım onlardaydı lakin sohbete dâhil olmak hiç içimden gelmiyordu.

 

Derin bir nefes alıp başımı yere eğdim. Onlara uyum sağlamak sandığım kadar kolay değilmiş. Daralan ruhumu özgür bırakmam gerektiğinin farkındaydım. Gel gör ki farkındalık harekete geçmek için yeterli değildi.

 

“İşte geldik.” Selin’in sesiyle yerdeki bakışlarımı önünde durduğumuz yere diktim. Küçücük demir bir kapının önündeydik ve buradan bakıldığında yukarı doğru çıkan dar merdivenleri vardı. İki kişi yan yana zor yürürdü. Tabelasına baktığımda nargile kafe yazısını gördüm. Tam dipte durduğumuz için mekânın dış görünüşünü pek kavrayamamıştım. Arka arkaya sıralanıp içeri giriş yaptık ve yine ard arda merdivenleri çıkmaya başladık. Üçüncü kata çıktığımızda biraz nefessiz kalmıştık.

 

İçeri girdiğimizde çok sıradan bir görüntü çarptı gözüme. Genç öğrencilerin çoğunlukta olduğu bu yerde Selin bizi direk üst kata yönlendirdi. Üst kat daha genişti alt kata göre. Lakin burası da alt kata oranla daha çok duman altıydı. Açık camlar havalanmasına yetmiyordu. Havada nargilelerin meyveli ve birbirine karışan farklı kokuları ve yanda sigara kokusu vardı. Saniyeler içinde yüzüm yanmaya başladığında orta masalardan birine geçtik. Cam kenarı olması iyi olacaktı lakin doluydu. Hemen sandalyelere yerleştiğimizde en dipteki bilardo masası dikkatimi çekti. Yerleştiğimizde ortada boş ama hoş bir muhabbet dolaştı. Kıyısından köşesinden bende dâhil oldum.

 

Biraz sonra garson gelmiş siparişleri alıp gitmişti. Hemen başlamak yerine önce sohbet dönmüştü. Siparişlerin gecikmesi üzerine Cenk ve Gökhan ilerdeki bir masadan istekaları ve taşları alıp gelmişti. Taşları masaya dökmüş ve karıştırmaya başlamıştık. Cenk ve Selin bir takım, Ayşe ve Gökhan’da bir takım olmuştu. Ben oynamayı bilmediğim için sadece izleyici olarak kalmıştım. Ayşe beni yanına almıştı. Siparişlerimiz gelmişti ve oyunla birlikte iyi gidiyordu doğrusu. Oyun boyunca bana nasıl oynanacağını, hesaplamalarını ve dizimi anlatmıştı. Az çok anlamıştım lakin bu oynayabilmem için yeterli değildi.

 

Cenk ve Gökhan kaptırmış gidiyorlar bazen ise atışıyorlardı. Eşleri ise onları destekliyorlardı. Ben ise konuyu anlıyor ama tam kavrayamıyordum. Ama sandığımdan daha eğlenceli bir hal almaya başlamıştı. İlk eli Selinler kazandığında ikinci ele geçmişlerdi. Tekrar taşları ortaya döküp karıştırmaya başladılar ve ardından üst üste dizdiler. Onlara pay edilen taşları istekaya dizmeye başladılar. Bende anladığım kadarıyla Ayşe’ye yardım ediyor anlamadıklarımı soruyordum. Gerçekten cahil kalmıştım ve bu oyun çok hoşuma gitmişti.

 

İkinci elide Selinlerin kazanması üzerine Gökhan ve Ayşe ufak bir tartışmaya girmiş sonra somurtup oyunu bırakmışlardı. Onların bu halleri bizi güldürmüştü. Sonrasında konu dağılmış ve biz tekrar havadan sudan konuşmaya başlamıştı. Cenk ve Gökhan boşalmasını bekledikleri bilardo masasını kaptırmamak için aceleci davranıp kalkarken oradaki koltuğa da biz geçip kurulduk. Onlar oynamaya başlarken biz kendi aramızda konuşmaya başladık.

 

Selin ve Ayşe çok iyi anlaşıyorlardı ve sürekli beni de dâhil edip konuşturuyorlardı. Çünkü ilk fırsatta kendi içime çekiliyor sadece dinlemekle yetiniyordum. Tabi birde konunun ne olduğunu bilmeden gülmelerine eşlik ediyordum.

 

Saatler iyice ilerlemiş ve ben artık dayanacak gibi değildim. Yüzüm yoğun dumandan yanıyor gözlerim ise aynı şekilde hassas bir yapısı olduğu için kokudan dolayı acıyor ve sulanıyordu. Bu da iyice kötü yapıyordu beni. Evet, güzel yerdi her şeye rağmen fakat dumanın fazlalığı beni bunaltıyordu. Daha fazla dayanamadım.

 

“kızlar ben gitsem iyi olacak.” Dedim oturduğum yerde çantamın kollarını kavrarken. Konuya bodoslama dalmam kızları duraklatmıştı kısa bir süre.

 

“bu kadar erken mi?” dedi Ayşe elindeki telefondan saate baktığında.

 

“Normalde bu saatlerde yatmış olurdum. O yüzden yorgunluk çöktü.” Dedim açıkça. Aslında erkenden yatağa yatardım lakin uyuyamazdım uzun süre.

 

“belli oluyor, yüzünden yorgunluk akıyor. Gözlerin küçücük olmuş.” Başımı sallamakla yetindim Selin’in sözlerine.

 

“anladım, peki ama bir daha ki sefere tekrar bizimle geleceksin olur mu?” Ayşe samimiyetini tüm gerçekliliğiyle sesine de yansıtırken Selin’in yüzünde de ona katılan bir ifade vardı. Gülümsedim.

 

“olur. Bu gece için çok teşekkür ederim size, çok eğlendim.” Gerçek duygularımdı. Samimiyetle gülümsememe devam ettim. Yorgundum lakin bu gece için onlara minnettardım da.

 

“ne demek çiçeğim, her zaman.” Ayaklandım. Bize taraf dönen erkeklerle de kısaca vedalaşıp oradan ayrıldım. Aşağı kata inip hesap ödeme sırasına girdim yaklaşık iki üç dakika sonra hesabımı ödeyip oradan ayrıldım. Merdivenleri yorgun bir yavaşlıkta indim. Caddeye karşımda kafeye nazaran temiz sayılan havayı ciğerlerime çokça çektim ve eve doğru yol aldım. Bir günün daha sonunsa gelmiştim.

 

İlerideki dolmuş durağına vardım. Dakikalar sonra bindiğim dolmuşta bir yer bulup oturmuştum. Yolculuk başladığında yaklaşık on beş dakika sonra inmiş ve evime gitmiştim. Artan yorgunluk ve halsizlik üzerine üstüme sinen kötü kokudan kurtulmuş ardından da yatağa yatmıştım. Gözlerimi kapadığımda koca bir boşluk karşıladı beni.