"çekip gittiğin kapıda bir sükût var,

nice ayrılıklara şâhit, kırılıyor acıdan.

ve son kez çekip gidiyorsun benden,

kırık sandalyede asılı ceketin.

sigara izmaritlerin tütüyor hâlâ.

kapı aralığından ölümün sızıyor.

bir son bahar, aralıkta."





üzerimizde sallanan sarı ışıklar arasında seçtim seni, gözlerin muzdarip bakardı biraz. parmaklarının arasında bir sigara, tüten dumanında canını yitiren her nefesine yaş döktüm; yanı başımdasın lâkin çok ayrı kalmışsın benden. izmarit izlerinin örttüğü ellerinde ince ince kestin beni, zihnindeki acı çanları gözlerinde duydum. sen ise sarı ışıkları gün batımı sanacak kadar karanlıkta kalmış gözlerini masada olan ellerime sakladın, tanrı'ya mahcup bıraktın beni. ve birkaç nefesinle uçup gidecek kelebekler; boğazında biriken nefeslerinin hırıltılarına, dudak kenarlarında asılı kalmış birkaç ölüme sığındım. 


gözüne çarpan, bir lavanta tarlasını andıran haplara takılı kaldı gözlerin. "niçin?" diye sordun, konuşmayı unutmuş gibiyim, bakakalmama tebessüm ettin. tebessümlerin üzerdi beni, yüreğimde bir çukur kazar, oraya gömerdi yaşlarımla büyüttüğüm çiçekleri. bana sabrın için çukurlar diyarı edindim kendime. bir yüreğime, bir bileğime.


"unutmam gerek." deyiverdim. 


senden gitmem gerek. 


sözlerin dudaklarımdan kaçışına şâhit bile değilken çehreme üflediğin nefesinle, kurumuş tüm detaylarına tanrı ettin. seni de unutmak gerek bana, yüreğimdeki çukurlara kelebeklerini gömmeli. gözlerimde birikmiş sıcak yaşlarımdaki elini silmem gerek. kim silecek beni?


"senden kimler sildi beni?"


sessizliğini paylaştın benimle. aynaların kırıkken, feryatların göklerdeyken kapılarını kendine dâhi açmazken bile sessizliğini paylaştın benimle. üzen tebessümünü sessiz mırıldanışların kapladı, içimde bir çöküntü var. kendi kazdığım, çukura sürüklüyorsun beni.


"toprağa karışacağın gün lavantalarda bulacağım seni." dedin, kollarını bin cihânı kucaklayacakmış gibi açtın, başımı yasladım sana anne rahminde pamuklara sarılmışım gibi. başımda dinlendi ellerin. saçlarımdaki kırıklar ellerine batacak diye öldürdün beni o ânda. kanayan ellerinde soluklarımı çaldın. üzerinde sinen şefkatine gömdün beni, sana.

 

"bir ocak sabahı geleceğim, kar tanelerinden temizleyeceğim seni. dudaklarımda kokun sönecek, kana kana içeceğim cenneti. ve cebimde beş kuruş olmadan geleceğim, hiç kimse iken... sigaralarımı gömeceğim dibine. gölgelerim güneşini örtecek, bana rağmen filizleneceksin. seni yüreğimdeki topraklara, ana vatanıma kazımışken ölüm güneş de vadedecek olsa silemem seni." 


belirdin önümde, bir hatada bulunarak suretine döndüm, o vakit celladı gördüm gözlerinde zira orada çok sevdin beni. korktum senden, en çok da gözlerinden. aşkla bulanmış göz bebeklerinde bir sen gördüm, her gece ölüme yalvaran ben korktum gitmeye. senden, en çok da gözlerinden. 


"kara saçlarına kırlar düşürmüşsün... serçem, biricik oğlanım, nasıl da zayıflamışsın... ne yaptın kendine böyle?"  


sevdim diyemedim sana. pamuklar boğazıma dolandı, sükûnet kırıldı aramızda. hâlâ kollarında olsaydım, köşe bucak kaçmasaydın gözlerimden, cüdâ düşürmeseydin beni... bir dinleseydin sessizliğimi, ne diye ayrı kalırsın benden? soramadım sana. kapanan kapının gıcırtısı, güzde kırılan yapraklar gibi ağladı. her kapı gıcırtısı ardından yükselen yalnızlığın senfonisiyle, sen gittiğinde kalan saç tellerinin tozlu ağıtlarıyla, tahta masaya kazınmış adımı okşayan parmaklarınla yalnızlığımı paylaştım; mecburiyetin acizliğini anlatamazdım sana. ben bilemedim hiç, ardımda feryatlar varken çekemedim kapıyı. her bir kıvrımıma adını kazıdığın vücuduma bakamadım, giderken bıraktığın gölgen hâlen kapıdayken nefes alamadım. korkuyorum senden fakat en çok sensizlikten. 


"kaybettim."


kayboldum seninle, neredesin? yitirdim evimi, tütün kokusu hâlâ ellerimde. tut ellerimi, karışacaksın dünyaya. zalimliğin haddi aştı, evimi yaktın, gözlerini ver bana. gülü dikeniyle kanattın, kaçacak oluyorum senden fakat açılan her kapıda tebessümün var. bırak, kal burada. soluklarım tükendi, al beni benden. bakma bana, aç kapıyı, al tebessümünü benden. al canımı, sev beni. neredesin? 


cam kenarına kar taneleri düştü, solmuş sarı ışıklar söndü. karanlığa teslim olmuş odada; kesik nefes çekişlerini, sokak lambasının yansıyan ışıklarından aralanan dudaklarını gördüm. bir gözyaşı belirdi. dışarıdaki kar taneleri misali, orada olduğuna sadece gözler şâhitti. mırıldanıyordun kendince, nefes almaktan korkar gibiydin. 


nefes almaktan, beni sevmekten korkuyordun. soluklarımdan, çökmüş omuzlarımdan, muzdarip kollarımdan korkuyordun. orada kendini görmekten, gözlerimden, ölümden korkuyordun. benden, aşktan korkuyordun. 


"gel yanıma," fısıldadın, karanlığa çöken bir yük. omuzlarım ağrıdı. "tüm korkularından öpeceğim, gel yamacıma."


fakat benim korkularım sensin, bana beş yaşında bakan gözlerin, omuzlarıma değecek ceketin, ve kokunun sinmesi benim en büyük kederim. çocuklardan korkuyorum sevgilim. çocukluğum en büyük kabusum, dizlerinde kan görürsem öleceğim, üşüyeceğim. korkuyorum üzerindeki ceketten, güzün cesetlerini taşıdığı çocuk gözlerinden.


yine de kalktım ayağa. yanına, diz çöktüm sana. sararmış ellerin çekti kollarımdan beni sana doğru, başımı yasladın yeniden. ceketine değen omuzlarım, hakikaten üşüyormuşum ki sardın beni. birkaç parça ekmeği dudaklarıma doğru uzattın, küçük bir serçenim sanki, kanatlanıp omzuna konmuşum gibi sevdin beni. saçlarıma değen ellerin kan revan bileklerime tutundu, bir müddet orada dinlendin. ben son durağındım senin, beni saran kasvetli soğuk seni bulduğunda gidecektin.


"gideceksin." dedim fakat bakamadım yüzüne. 


"gitmem." dedin. sesindeki kararsızlık titretti beni. ellerinde hayat bulan yüreğime son baharını yaşattın o gece. 


karın tane tane neşe getirdiği bir geceydi. boş bir park gecesinde şiirlerimi okuyan sen, "sıkıca tut beni satırlarında, korkuyorum sessizliğe düşmekten." şiirini sesli okudun bana. kulaklarıma doğru gelen sıcak nefesin ile şairine yaşattın yazdığı satırlarını. şimdi ise kar tanelerinin getirdiği neşeyi bir bir yakıyorsun, kulaklarıma doğru gelen nefesin üşütüyor beni. yazdığım satır başlarında cesetlerim, her bir parçamı toplayacak olsam yüreğim kayıp. o gecede, boş salıncakların birinde sallanan çocuğum; orada yüreğim.


anlıyorsun, dehşete düşürüyor seni. bir park yok, bir çocuk yok. ve nefeslerimi duyuyorsun, satırlarım kayıp. seni, ayrılışlarını seviyorum, korkuyorum, yine de seviyorum lâkin yüreğim kayıp.


"gidiyorsun." dedim.


tepemizdeki sarı ışık aydınlandı. ilk önce bana tutunan ellerini yitirdim, sonrasında başımı yasladığım koynunu. ve omuzlarım yetim kaldı ceketinin sessiz ayrılışıyla. ansızın değil, bende olan her bir parçanı kaybettim. usul usul, kapının gıcırtısı dâhi yoktu bana. çocuk gözlerine son kez bakamadan söndün odanın karanlığında. dizlerimin üzerinde, oturduğun kırık sandalyenin başında karın yağışını izledim; son baharımı tam orada kaybettim. kar taneleri yasını bile getirmedi bana. ansızın değil, parça parça koptum dünyadan. 


kaybettim seni.


lâkin sesin yanımda, hâlâ yanımda. ben kayıbım, kulağıma doğru tütün kokan nefesinin varlığıyla ayaktayım, fısıldadın tüm gece. 




bir aralık, ansızın geleceğim.

kar tanelerinden temizleyeceğim seni,

beş parasız, kimsesiz, geleceğim

toprağının başında hasretimin yelleri,

solmuş lavantalarda bulacağım seni.

bir aralık dikileceğim mezarında,

nefeslerimi tüketeceğim filizlenen sende

izmaritlerimi gömeceğim mezar dibine,

ve sen gölgelerimde güneşe hasret

tükeneceksin toprağın dibinde.

sıkıca tutunacağım senin satır başlarına,

her bir kelimende kayboluşun korkusu, 

seveceğim seni.

dudaklarımda kokun sönecek, 

korkularından öpeceğim seni.

ve sensizlikten ölüm tütecek bileklerimde

seni vadedecek de olsa gitmem.

mezar taşında adın kazılı,

güneşi soldursam da başında, 

ölüm güneşi vadedecek de olsa...

lâkin mezar taşında solmuş adın,

bir ocak sabahı öldüreceğim güneşi

ve toprakların kurusa da ben beş parasız, kimsesiz.

bir son bahar aralığında,

seni yâr edene, mahkum, gideceğim.




anlıyorsun, korkum kaybetmekti. ilk önce sende kendimi kaybettim, sonra seni. sonunu göremediğim bir yolda şafak sökerken ayaz yellerine ninni söylemek gibiydi seni sevmek. anlıyorsun, korkum kaybetmekti ve malubiyete mahkum olup seni sevmek. hırçın dalgalar arasında kumdan kale yapmaktı sana sevdalanmak. benden gideceğini bile bile seni sevmek. gözlerinde çocuk görmek, beni seven ellerini tanrı'ya emanet etmek, kuru dudaklarını kaybedeceğimi bilmek. lâkin yine de dudaklarında nefes tüketmek, kana kana içmek seni. seni sevmek.


tebessümünden yaşlar akıyor, haberdarsın. 


ölüm sarılı tütünlerden mezar diktin kendine. 


ölüme rağmen sıcacıksın.