Bir oltanın ucunda dünyanın üçte birini buldum. Kızdığım şeyler balığın beyninde, gözlerden çok uzak değil. Her şey gözler önündeyken saklanılan veda mektupları komidinin üzerinde yüz dolar gibi utanmaz. Saklamadıklarımız aynaya buğuluyken yazılmış gibi gelip geçici. Delip geçici bakışlar silip attı onları. Herkes yavaş yavaş yoruldu. Tükenmez kalemler bile paydos istiyor. Kredi kartı sahiplerini bir kartvizitli satın alıyor. Sahibi oluyor. Yorulma, yoğrulma hepsi burada başlıyor. Burası yiğidin harman olduğu yer değil. Harman olacak yerde un gibi ezildiği yer artık. Paydos demeye bize sıra gelmiyor. Sıralarda askeri nizamla bekledik. Sıranın ucu bir yere varmak zorunda değil diye felsefe yapıldı. Sıradan kurtulanlar açık kalan rögar kapağından düşerek daha çok battılar. Yerin dibine girdiler, ayağa kalktılar, sırayı bozmamaktı dertleri. Dillerinin varmadığı yerlere yorgun bakışları uzandı. Uzak ülkelerden gelen kuşlar gevşemiş vücutlarını gevşekçe sergilerken yorgun birkaç bakışın hedefine ulaşmasını absorbe ettiler. Hayaller hakikate ulaşamadan yolda kalıyordu. Bir uzun nefes verildi. Bir nefeste verilen vaatler diğer vaatleri aç bir aslan gibi kovaladı. Bu manzarayı görenler anlayacaktı arayıp bulamamanın dağılmışlığını. Bu manzaradaki karışıklık Guernica’yı bile alt ederdi.

Bir oltanın ucuna elimde kalan her şeyi bağladım. Denize attım. Halik de malik de fark etmedi. Çürüyen umutlar oldu. Zaman geçtikçe oltamın iğnesi Haliç’in pek meşhur balçığı gibi bir an bile değerli sayılmadı. İki gözüm iki çeşme kendi denizimi var ettim. Bir balık olamadan da deryayı bilemedim. Bir balık olup kendi oltamı umutlandırmak için asılırdım ucuna. Gözlerimdeki fer terk edene kadar saçtığım ışıkta yansırdı yaşayıp da gördüklerim. Dünyanın üçte birini buldururdum o son bakışla. Ben buraya gelene kadar neler çektim gösterirdim. Ulaşırdı beni tutanın bakışlarına, eminim.