Yaşadığım yedi senenin sonunda, sabaha karşı, yeni ve daha tutkulu bir ışıltıyla açtım gözlerimi dünyaya. Yatağımdan doğrulduğum gibi gözlerim pencereden içeriye girmeye çalışan güneşle buluştu. Büyük bir arzuyla perdeleri hızlıca çekip kırık ama şirin olan penceremi ardına kadar açtım. Işığın gözüme çarpmasıyla yaşadığım yedi senem adeta bir Yeşilçam edasıyla film şeridi gibi geçti önümden. Vaktiyle benim için bir ömürlük misafir olan kişi şimdilerde benim bile tanımadığım bir yabancı olmuştu. Pijamalarımın üzerine sabahlığımı giyip saçlarıma öylesine bir yazma attıktan sonra gidebileceğim tek yer olan masamın başına geçip güncemi açtım. O yine bana bakıp uzunca dalgasını geçti. Ama ben aldırış etmeden günceme notlar düşmeye devam ettim. Zaten buradaki herkes gibi güncem de kendini beğenmiş. Karşıma çıkan herkese “Bir zamanlar biri için roman kaleme almaya başlamış bir yazardım, romanı bitirip ona okutmak için can atardım.” diye başlayarak yedi senemi anlatmaya çalışıyorum. Ama kime desem öylece bakıp gülüyor, bazılarıysa duymuyor bile. Ne zaman alaya gelsem, arkamı dönüp: “Siz hiç mi birisi uğruna yedi senenizi vermediniz, niçin benimle alay ediyorsunuz?” deyip, çekip gidiyordum ulaşabildiğim en uzak yere. Belki masada duran güncemin ilk sayfasına, belki de “senden nefret ediyorum” yazan son sayfasına.


Aylardan Ağustos, bir hüzün vakti yaklaşmış. Dilimlere ayırdığım tüm vakitler acı dolu. Tuğladan duvarlarla çevrilmiş bir binanın içinde, böyle masa başında güncemle baş başa… Başka ne olabilir ki yaşamımda... Sahi, her şeyi içine yazdığım güncemin de yedi seneyle silinmesi gerekmez miydi? Yazmak, yazmak… Yeri gelir mürekkep bitene kadar, yeri gelir kağıtlar tükenene dek sessizce bir köşede. Bu adalet mi? Ne suçum var benim? Koskoca yıllarını çöpe atan tek ben miyim? Yedi senenin sonunda anladım hayatın sadece o senelerden ibaret olmadığını. Her güzel şeyin bir sonu olduğunu, her tatlının acı bir tarafının mutlaka olduğunu ve yaşadıklarıma anlam veremiyorum. Gerçekten tek kalemde sildiysem neden hala duygularımı yazabiliyorum? Hem de o günceme. Yedi sene boyunca her anıma şahitlik edip beni bir saniye bile yalnız bırakmayan o günceme... Anlıyorum ki, ne olursa olsun bu günce ortak derdime. Anlam veremedim nasıl geldim buraya. Oysa az önce pencerenin kenarından süzülen güneşi seyrediyordum. Of, yine o düşünce geldi aklıma. Tüm havalı edasıyla aklımı karıştırdı. Şimdi bana, ya nasibinse, ya sabırla beklemen gerekiyorsa, ya Allah seni ve sevgini sınıyorsa, diye bir sürü düşünceyi birbirinin peşine sıralayacak. Sanki ben ne düşünmem gerektiğini bilmiyorum... Vay! Hayretler içindeyim; aklıma en ufak bir şüphe tohumu serpmeden gitti. Keşke serpseydi. Belki beni güncemin başından alıp götürürdü.

 

“Gülmelisin, inat olsun diye hayata

Kenara atıp olumsuzlukları nihayetinde”

 

Gülmelisin, diyorlar ama öyle ha deyince de gülünmüyor. Geç de olsa anladım. Bir zamanlar sürekli gülerdim. Olumsuzluklar kenara mı atılırmış, diyorum ve kendimi gülmek için zorluyorum. Sanırım inat olsun diye bile hayata gülümseyemiyorum… Of, yine o düşünce. O istemsiz ses yine başladı. Sen sadece sevdin, diye haykırıyor bana. Çığlık atıyor. Şimdi o olumsuzluklar kenara mı atılmalı yoksa onlardan ders çıkarmaya mı bakmalı? Atılmaz elbet. Tam vakti, o düşünce dile geldi. Vazgeçme, yediye bir yedi daha kat, diye fısıldıyor kalbime. Peki o düşünce sırf hayata inat olsun diye gülümseyebilir mi? İmkânı yok. Şimdi de güncemin içindeki notlar haykırıyor ve kulağıma işliyor bu sesler. Zerresine kadar duyuyorum her bir kelimeyi. Bu öyle bir durum ki ölümden bile beter. “Pişmanlık” diyor bir ses altın harflerle. Her harfinden ayrı bir çile akıyor yüreğime. Sevmek, aşk, umutlar, bekleyiş, hazin son. Sevmek ve sonlara doğru karşılıksız geçen bir sevda. Yedi senemden bir kare beliriyor zihnimde, öyle bir kare ki bu, karelerin en güzeli. Gözlerimi kapatıp içimden geçenleri dile dökmem sonucu ortaya çıkan şiir. Sevdiğim insanın şok oluşu, nasıl olduğunu anlamadan harfi harfine o şiiri kâğıda döküşü, bir sonraki konuşmamızda bana bu şiiri okuması, “Vay, ne güzel yazmışsın.” dediğimde “Bunları dün gece konuşurken sen bana söyledin.” demesi sonucundaki şaşkınlığım. Şimdi mazide kaldı tüm bunlar. Dualarımla semaya gitti tüm yaşanmışlıklarım. Her şeyin geride kaldığını bir kez daha anlıyorum. İki dize seslendiriliyor radyoda tüm bunlar olurken. Sanki radyo sunucusu her şeyi biliyormuş gibi;

 

“Sevda sanma aşkı düşlediğin zamanda elinden tutanı

Sevda bil kederli vaktinde hiç sorgulamadan yanında olanı.”



Dipnot: Tüm bunlar Berayişeyda'nın yazdığı denemenin beni geçmişe götürmesi sonucu kalbimden dökülüverdi ve 7 yıl 24 gün 1 saat sonra 2582. günde kaleme alındı.