Annem çok güzel tost yapardı. Tost deyip geçmeyin, herkes güzel yapamaz. Ne ben ne abim güzel yapamayız onun gibi. Babamınki bile anneminki kadar iyi olmazdı. Annemin tostu başkaydı işte.


Her cuma akşam yemeğimiz tost olurdu. Hemen ertesi sabaha da tost yerdik belki ya da bir gün önce beslenmemize koyulmuştu ama cuma akşamlarının tostu bir başka olurdu. O bizim özel yemeğimizdi. Şimdi bakınca tostun özel yemeğimiz olması yoksul bir aile oluşumuzun ispatıydı elbette ama çocuk aklı işte, görse bile görmezmiş gibi yapmayı çok iyi beceriyor.


Annem çok güzel tost yapardı, her tostu birbirinden farklı olurdu. Dördümüze aynı çeşit yapsa bile herkese başka gelirdi tadı. “Sana olan sevgimi koydum.” der gülümserdi kocaman. Bu tost sadece bana özel, benim için yapılmış. Çocuk dimağının saflığı.


Ben en çok salçalı tostu severdim, annemin de en çok onu sevdiğini bilirdim ama kendine genelde sade yapardı “Canım istemiyor.” diye geçiştirirdi sorunca da. Nedenini o zamanlar tam kavrayamazdım belki ama anlardım, hissederdim. Abim en çok sucuklu tostu severdi ama sucuk her zaman olmazdı evde. Babam beyaz peynirli tostu çok severdi, annem içine pul biber de koyardı bazen. Annemin ekmekleri dilimleyişi, kaşarı doğrayışı, peyniri ufalayışı, ekmeğe salça sürüşü, baharat eklerken tezgâha saçılışları... Annem gözümün önünden gitmiyor hiç. Annem de tostları da.


Cuma günlerinin ayrı bir heyecanı olur; ihafta sonu tatili vardır, koşarak gidersin evine, mutluluğun sana eşlik eder. Benim heyecanım tost akşamı olmasının sevinciyle iki kat artardı. Dedim ya belki önceki gün tost yemiştik ya da ertesi gün de yiyecektik ama cuma akşamı tostu değildi hiçbiri.


Eğer ayın on beşiyse babam elinde poşetle gelirdi eve. Abim için tostuna yetecek kadar sucuk, tostumuz daha güzel olsun diye biraz tereyağ belki. Eğer farklı bir sebze ya da kahvaltılık almışsa annem mutlaka onu da eklerdi tosta. “Deneyin bakalım, bu sefer içine taze soğan koydum”, “Bakın babanız bizim için yeşilzeytin almış, onu da koydum tostunuza. Yakışmış mı?” Bir keresinde tatlı tost bile yapmıştı. Kim bilir annemin kaç farklı tost tarifi vardır...


Her cuma aynı saatte ailecek özel yemeğimizi yerdik. Sıcacıktı tostlar, üstünde dumanı tüterdi. Sıcacıktı evimiz, içimiz gibi.


Sonra birden annem öldü. Çok ani öldü hem de. Bilmiyordum öleceğini, küçük çocukların annesi ölmez diye düşünüyordum o zamanlar. Biz üç erkek bir başımıza kaldık annem ölünce. Konuşmadık hiç. Annemi gömerken biz de içimizde pek çok şeyi gömdük.


Annemsiz ilk cumaydı. Abim de ben de merak ediyorduk ne yiyeceğimizi. Annem olsaydı tost yerdik ne güzel dedik, üzüldük. Ama ağlamadık. Ben çok istedim ağlamayı ama sustum çünkü ne abim ağlamıştı ne de babam, onlardan ne gördüysem onu yaptım ben de. Babam yemek saatinden önce geldi. “Bu akşam yemekte tost var.” dedi. “Ama...” dedim çekinerek “Annem yok ki.” bu evde tostları hep annem yapardı. “Ben de tost yapmayı biliyorum oğlum.” dedi ve gitti mutfağa. Herkes bilirdi tost yapmayı, ben bile bilirdim belki. Sorun tost yapmayı bilmemek değildi, annemden başka kimsenin tostu yenmemişti evde.


Biz her cuma tost yemeye devam ettik. Annemsiz. Babam yapıyordu artık tostlarımızı. Hepimize aynı tosttan yapıyordu. Hepsinin tadı birbirine benziyordu, oysa annem yaptığında herkese başka gelirdi tadı, özel hissettirirdi annem. Acaba babam sevgisini az koyduğundan mı aynı gelirdi hep. Babamın tostu hiç güzel gelmezdi bize ama yerdik ve susardık hep. Annem tost yapamayacak kadar uzaktaydı çünkü.


Yine bir cuma akşamı babam işten gelmişti, mutfağa girmişti tost yapıyordu bize. Sonra bize seslendi tost hazır diye. Yine susuyorduk ve yiyorduk tostumuzu. Biz üçümüz hep susuyorduk. Abim “Senin tostun anneminkine benzemiyor hiç!” diye bağırdı birden. Halbuki birden değildi birikmişti içinde ve daha fazla tutamayınca saçılmıştı her şey bir yana. Babam durdu öylece, uzun uzun baktı abime. Ben bir babama bakıyordum bir abime. Hissettim, bir şeyler olduğunu hissettim. “Ben annemi çok özledim.” diye ağlamaya başladı abim. “Ben onun tostunu istiyorum. Ben onu istiyorum!” deyip çıktı mutfaktan. Bir süre abimin arkasından baktık. Normalde yemeğini yarım bırakıp kalkmaya çok kızardı babam ama kızmadı bu sefer. “Ben de çok özledim onu.” dedi. Kaç yıldır babamdı benim, ilk defa öyle görüyordum onu. Babalar hiç üzülmez, babalar hiç özlemez, babalar hiç ağlamaz gibi geliyordu bana o zamanlar. Kocaman adamdı o, olur muydu öyle şey? “Sen de özledin, değil mi?” diye sordu bana. Ne desem bilemedim, hareket ettirdim kafamı aşağı yukarı. Oturduğu yerden ağır hareketlerle kalktı babam, eğildi bana doğru, beni kucağına alıp sımsıkı sarıldı. Babam beni defalarca kucaklamıştır, kim bilir kaç kez sarılmıştır. Ama bu başkaydı, anlamıştım ben. Kocaman gövdesinin içinde minicik kalmıştım. Babam üzüldükçe büyüyordu sanki, ben ağladıkça büyüyordum.


Abimin yanına gittik. Bir dizine beni oturttu diğer dizine abimi. Gözyaşlarını sildi abimin. “Oğlum,” dedi boğazını temizleyip “Ben de çok özledim annenizi.” Kafasını kaldırıp babama baktı abim "Sahi mi?” Babam güldü. “Sahi tabii! İnsan özlemez mi hiç? İnsan birini kaybedince hep özler, özlemi hiç eksilmez kavuşacağı güne kadar.” O gece üçümüz birlikte yattık ilk defa. Artık susmayacakmışız gibi geldi bana. Annemi özlüyor olmak tüm yabancılığımızı kaldırmıştı. Artık tostları bile o kadar kötü olmazdı.