Herkesin bir köyü olmalıydı. Hatta Anadolu’da sorulurdu: E sen hiç köy görmedin mi? Büyük bir şaşkınlıkla ve saflıkla. Bazen cevabı beklemeden; tamam gel ben seni bizim oralara götüreyim de sen bir gör, denirdi. Çünkü o ''bizim oralarda'' neler yaşanmıştı. Ne hüzünler ne sevinçler ne hayretler… Hatta tabiatla ilk buluşma son teknoloji modern bir hastanenin doğumhanesinde değil, köyde ilk ayağını taşa toprağa değdiğinde başlamıştı ''bizim oralarda''. Anadolu’nun köylerinde köy caminin etrafında döner. Bizim evimiz biraz uzaktı camiye. Tek bir yere yakındı: mezarlık. Düşününce de camiden çıkanların topluca gideceği tek yer zaten mezarlıktı. Cenaze olduğunda bizim hane halkı toplanırdı, evde herkes birbirine seslenirdi: Koşun avluya çıkalım, gidiyorlar. Kim gidiyor nereye gidiyor sorulmaksızın buz gibi bir sessizlikle izlenirdi. Herkes sorgulardı, tabii içten içe, sonsuzluğa uzanan yolda son adımlar atılırken, ölü beden bundan habersiz bir şekilde taşınırken. O büyük anlam o büyük korku o büyük acizlik köydeki herkesin üzerine çökmüştü, özellikle sonsuzluk yolundaki bizim evdekilere. Sonra tüm kalabalık dağılınca ev halkı işine dönerdi, dönmek zorundaydı. Ancak köydeki insanlar tabiatla öyle iyi anlaşmışlar ki, ölmekten korkmuyorlar. Ölümün de doğum kadar kaçınılmaz ve mucizevi olduğunu kabul ediyorlar. Ölen kişi yaşlıysa da gençse de (tabii bunun böyle ayrılması da enteresandır, dünyada ne kadar süre kaldığıyla mı yoksa dünyada ne kadar yaşadım ben diyebildiği kadar mıdır insan?) kimisi kendisinin öldüğünü hayal ediyor, geride bıraktıklarını ya da ahirete götürdüklerini; kimisiyse haneden birinin öldüğünü hayal ediyor. Sorgular ya … ölürse? Ama sonra hemen bu düşünce siliniyordu kafadan çünkü insan bu, korkuyordu. Dedem her cenazeden gelişinde eğer hava yağışlıysa, ''Hoca da amma uzun tuttu duayı hepimiz sırılsıklam olduk'' diye hayıflanır. Benim aklıma bir soru düşer tabii; ya o ölü beden? Soramam, sorsam kabul görmez bu sorum çünkü henüz ölümü idrak edemedim, çünkü hâlâ sözde modern insanım. Dedem devam eder biz ona temiz atlet getirirken, bir parça da ben toprak attım… O AN HER ŞEY DİLE GELİR… sonsuzluğa uğurlanan beden ve geride kalanlar. Ölü bedenin tüm hırsları, nefreti, ağlayışları, neşesi, şöhreti, ailesi her şeyi ama her şeyi o dedemin attığı toprakla yok olup gitmiştir. Bu konuşmalardan birkaç saat sonra herkes yine mücadelesine dönmüştür. Keskin çizgilerle çizilen görevlere yeniden başlanmıştır. Bilmiyorum üzerinden ne kadar geçmiştir, yine bir haber var, şu kişi öldü diye. İnanın insan idrak edemiyor kaç kez ölümle karşılaşsa da. Dedem yine camide (cenazeden cenazeye camiye giden, fazla Allah’la Kuran’la ilgilenmeyen birisidir dedem, öte yandansa sözde Müslümanlara taş çıkartır çünkü dünyanın en adil, dürüst, samimi yani evrensel ahlak kurallarına göre yaşayan adamıdır), bu sefer babam, amcam, eniştem de gitmiş durumda. Sonsuzluğa giden yolda öyle bir kalabalık var ki biz evimizden ne babamları ne de ölü bedeni görebiliyoruz. Camiden eve kadar o sonsuzluk yolu sanki hiç başlayamayacakmış gibi bir kalabalık. Evdekiler diyor tabii ''Çok seveni vardı rahmetlinin''. Bu öyle bir ölçüm göstergesi ki, yaşarken yapamadıklarını ve pişmanlıklarını cenazeye gelerek kendi kendilerini affettiriyorlar. Neyse, ölü beden artık sonsuzlukta, her şeyi geride kaldı… Herkes geri dönüyor. Babam geldi, amcam geldi, eniştem geldi. Dedem nerede? Dedem sonsuzluk mu oldu şimdi? Evdeki herkes neden dağılmış vaziyette? Neden kimse dedemi sormuyor? Neden dedeme atlet getirmiyorum ki ben? Neden dedem ''Haydi sofraya, nerede benim şeker torunum?'' demiyor? Artık idrak etmiştim ölüm nedir, neden kaçınılmazdır. Ama günlerden bir gün, yine yaz gelmiş bahçedeyiz, koşturuyoruz mücadelemizde. Anahtar arıyorum ve bulamıyorum. Ardından çağırıyorum: Dede anahtarlar nerede? Sonra herkes duraksıyor, ağlamaya başlıyor, ben yok olmak istercesine yorganın altında ağlıyorum çünkü ben çağırdım onu. Sakladığım atkısını kokluyorum dedemin. Mahsuni’nin ''Bir ayrılık, Bir Yoksulluk, Bir Ölüm'' deyişindeki ölümü o an o yorganın altında anlıyorum. İnsan her şeye alışır ya, biz de alıştık, varlığını unutmasak da yokluğuna alıştık onun. Sadece şuna alışamıyordum, o gün cenazeye katılan birisini gördüğümde dedem bana sesleniyordu, bir parça da o toprak attı…