Bir rüya gördüm bu gece. Ellerim boş, dilim kupkuru ama mutlu ve mahmurdum. Serçe parmağımdaki yüzük çok sıkmıştı ruhumu, gevşettim bir an parmağımdan. Çöp kutusu ağzına kadar dolmuş, sıçmak üzereydi sanki. Bir düğüm attım, sokağa fırlattım. Yine kurtardım birilerini alegorik mağarasından. Aşklar, ihtiraslar, ışıltılar, parlak ve yapışkan, homojen ve pis kokan her şey ilk böyle başlardı. Sonra gördüm günümü. Yatmadan uzun uzadıya düşünmüştüm zaten. Kendi kendimi becerdim yatağımda yine. Bu yüzden muhtemelen gördüm rüyamı. Müzikler canlandı tırnaklarımın arasında, yavaş yavaş sızdı ve kurudu gitti. Ahlaksızca çırpındırdı kendini, sanki ellerimle tutsam kalacakmış gibi. Bir ara idrar zorlamış olacak ki, içimin sıkıştığını hissettim. Sonra Truva gibi çifte attım, kaçtığım gibi arkama bile bakmadım. Zaman tacirleriyle karşılaştım bir ara yolda. Bana ihtiyacım olan nedir diye sordular. Ne dedim anımsamıyorum. Zaten ben ne desem anımsamam genelde. Deve sidiğini hacet kıldığını bildirdi şahsıma. Kabul etmedim başta tabi. Sonra yararlı dedi, al kullan. İtiraz ettim, almam dedim. Al al dedi, var git yoluna. Aldım sonunda. Attım yolun kenarına. Bir vadiye vardım; serin mi serin, yoksun mu yoksun. Öyle dopdolu bir mülk. Sonra yağmur başladı yağmaya. Islandım epeyce. Üzüldüm de biraz. Neyse bu önemli değil. Çok ıslanmış olacağım ki, bir ara rüzgarın sırtımı okşadığını hissettim yavaş yavaş. Zaten yavaş yavaş olurdu her şey; kan, ter, hastalık, yaşam, ölüm. Yavaş yavaş sırtıma vurmuş olacak ki, hızlı hızlı hastalandım. Sonra şifayı yine ıslanmakta aradım. Damla damla terledi bedenim, yok oldu gitti. Yine yağmur yağdı yolda, suya karıştım sonra. Aktım gittim, buldum kendimi yolda.