Bir şiir var ve ben ölüyorum. Yavşak kargalar tekellerde sigara dağıtıyor. Uçuyor güzelim, beklediğim bakışlar bir başka tarafa iadeli taahhütsüz. İnfilak ediyor garbın güneşi yirmi birinci yüzyılda. Sahi biz seninle hangi devrimde denk geldik? Salık verilmiş günahlarımıza beyaz mendile sarılmış güvercinleri doldurduğumuz, yetmişlerin her şeyi boş veren haliyle kıvrılıp bir köşeye yattığımız Ankara kadar soğuk havayı ciğerlerimize çektiğimiz sabah mıydı yahut İstanbul iniltileriyle inleyen koca koca insanların çıngıraklarından sarkan şarkılarıyla dans ederken mi, söyle! Hangi meşru müdafaa bizi bizden uzak tutmaya çalışırken ilk kez dokunduk ve sarıldık ve o Ankara soğuğu Antalya sıcağına dönüştü, söyle. Islak mıydık o anda da? Ya da kafamıza dank eden şişenin içindeki mey, son kullanma tarihini puslu geçmişe, akrabası olan bir başka şişeyle götürdüğünden mi akan kanımızın sıcaklığını hissediyorduk, konuşamadığımız için ısırdığımız dudağımızın tuzlu tadında bir ıslaklık olarak?
Bir şiir var ve ben ölüyorum. Kustuğum her nefret bana dönecek diye korkmaktan büyük adammış gibi olunca daha çok korkmaya başladım. Silikleşen gri lanet yüzyıllarının makineleşen düzenlerine de yaptırımlar uygulayan yönetimlerin, her yönetilmeksizin sevenleri çekememesine de ona da buna da şuna da ya da daha kaç tane şahıs zamiri varsa hiç kimsenin bilmediği bir başka kabileler de dahil olmak üzere, hepsini kullanarak söylüyorum bunu. Mezarıma yazdıracağım sözleri böyle zamanlarda buluyorum.
Bir şiir var ve ben ölüyorum. Satranç oynayan Zweig da, kendi davasına düşmüş Kafka da, olaya yabancı kalmış Camus da, bir garip körlüğe yakalanmış Saramago ya da usulca kırmızı defterine bir şeyler yazan Auster da artık beni dinlemiyor. Görsel destekli anlam aramaya çıkmış otuz beş yaş sendromlu kadınlar gibi bir sabah yükseliyor gözlerimin önünde ve ben aynen dün gibi deyip perdeyi çekiyorum. Aslında dün ölüm döşeğinde hala vasiyet hesapları yapan utanmaz, arlanmaz bir varyemez gibiydim ama kimse bunu bilmeyecek, biliyorum.
Bir şiir var ve ben ölüyorum. Okuduğum andan itibaren ticaretini hiçbir devletin üstlenemeyeceği bir yıkım oluştu kafamda. Düşünceler sinapsislerim arasında mülteci muamelesi gördü bir süre. Ben böyle bir şey görmedim. Bir şiir geldi beni var etti ama beni var eden şiire bakarak kelimeler gölgesinde Olricler, yarbaylar dinlemeden eriyorum. Bir şiir var ve ben ölüyorum.