başımın altında bin yaşında

yaşlı gövdesinden ödünç ağacın

bir kütük duruyor, bir de bıçak

şahı damarlarımın birazdan

bir kıyamet gibi kopacak

gözlerim ilk defa açık

dünya ilk defa soğuk

kalbimin sayfalarından şimdi

adını kim yırtacak?


bir çiviyi geçirince kalbine

yerkürenin boylu boyunca çatlağı

adının kulağımda yankısı gibi upuzun

ikiye bölünecek dünya atın dizleri kırılınca

derimizin kazıntısına işlenmiş aydınlığı

soğuyunca güvercinin kırık kemikleri

kuşçular dava edecek cümlemizi

bizi bu günahtan şimdi

kim aklayacak?


yatağın diğer yanında şiirleri

yazdığın gecenin ruhunu sırtlanan

bir zaman yolcusuydu zaman

durmanın kurallarını çiğnerken

günahın iki satır kelamı yazıldı alnına

kuğunun

gölün

ufku takılınca gözümüze göğün

bizi bu sevdadan şimdi

kim koparacak?


kumsalı yaktılar meşhur ay ışığım

ne sana bir damla su kaldı denizden

ne bana solgun bir esinti

iki sandalye idik seninle yan yana duran

hatıralar çöktü üstümüze

söyle bana akmer

bizi bu hasretten şimdi

kim kavuşturacak?


bir kurşun gibi saplandı dudağın

çöllerin tanrısı yüzümün aynasına

işte buydu sonu sana ölüşün

doldurduk hakkımızı sevmekten yana

bir şiire büründü beni öpüşün

şairlerin cesetlerini topladık seninle

ay da battı

gün de...

bizi bu mısralardan şimdi

kim okuyacak?


kimse...