Üç alıntı:

"Birkaç hafta zarfında şehri ve civarını gezdim. Ahalisini gözden geçirdim.
Hayatımda bu kadar inkisara uğrayacağımı tasavvur edemezdim.
Memleketin bende bıraktığı yegane intiba basitlik oldu. Burada tabiat basit, muhit basit, halk basit, hulasa her şey basitti…
Benim gibi karmakarışık ruhlu bir adamın böyle yerlerde ne hale gireceğini tasavvur et.

Ahali manasız ve fesattı.

Bilir misin Güzin, bambu bastonlar olur, ben onları çok severim; çünkü bünyelerinde değişiklik vardır, düz değildirler…
Bir de hezaren bastonlar vardır: Bunlar düz olmakla beraber ağaçları asildir, temizdir, onun için iyidirler.
Bazan kavak ağacından da baston yaparlar… Düşün ne berbat şeydir bunlar!.. Düz, basit, sonra da nevileri adi.
Hadi bunlara da saf oldukları için tahammül edilebileceğini farz et!.. Ya içleri de kurtlu olursa?..

İşte burada halk adi, alelade ve çürük ruhluydu."

*

"Tabiatta da hiç değişiklik yoktu… Oh… O birbiri arkasına uzanan nihayetsiz sıra dağlar!.. Gerçi kasabanın karşısında -herkesin ilk vesilede methini yaptığı- bir çamlık vardı, güzeldi, ama buraya yakışmıyordu. Bu esmer dağların ortasında, kirli bir bakkal önlüğüne yamanmış yeşil kadifeyi andırıyordu.

Dağların üstünde ne bir ağaç ne iri bir kaya vardı. Yalnız ufak ufak çakıllar… Hani şose yollarına dökerler, en büyüğü yumruk kadar taşlar olur ya, sanki onları almışlar, avuç avuç serpmişler… Neye benziyordu biliyor musun?.. Zımpara kağıdına; ömrümüzü, zevklerimizi törpüleyecek bir zımpara kağıdına…"

*

"Konuşacak, dert yanacak bir adam!..- diye kendi kendime haykırdım…

Yoktu… Malumat sahibi, derin, muğlak bir kimseye rast gelmek mümkün değildi.

Müthiş surette yalnız kaldığımı hissettim. Ah!.. Bilhassa bu kadar kalabalığın içinde yalnızlık ne acı oluyor yarabbi!.."