Sık sık aynı saatlerde elektrik kesilince köyde bazı hırsızlık vakaları olmuş, köyün gençleri de bu işte bir iş var deyip huylanmış. O akşam yine elektrik kesilince de iri yarı birkaç genç elinde sopalarla gidip pusuda beklemişti.

Yusuf köyden çıkmış, tam trafodan elektriği açacağı sırada, sırtına bir sopa yedi. Ne olduğunu anlamadan ikinci sopa, üçüncü sopa… derken Yusuf’un birkaç kemiği kırıldı. Öldüresiye sopaladılar, kan ter içinde kalan Yusuf acıdan bayıldı. Öldü sandılar, ayağından sürükleyerek ağaçlığa attılar.

Sabah, haber köye yayıldı. Elektriği kesen hırsız dövülmüş, öldürülmüştü. Bunu duyan Leylanın dünyası başına yıkıldı. Hastalandı, günlerce eli ayağı tutmadı, gözlerinin feri söndü. İçinden ağıtlar yaktı. Fistanını dikmeye eli varmadı. Papatya işlemeli Siyah Kumaşı sandıklara, Yusuf’a olan aşkını ise Dengbejlerin ağıtlarına sakladı.

Yusuf İnatçı; o sopaları yiyen, o kadar kemiği kırılan zor yaşar ama Yusuf ölmedi. Atı gelip yanına yattı, atın semerine yüzükoyun uzandı, atı onu evine taşıdı. Omzu kırık, eli kırık, ayağı kırık. Yusuf aylarca yataktan çıkamadı. Henüz iyileşmiş Leyla’sına kavuşma planları yaparken hasta anasını kaybetti. Bir yandan Ana acısı, bir yandan aşk acısı. Yusuf; kemikleri kırılıncaya kadar dövüldüğü o gece ölmedi, ama o geceden sonra her gün öldü. 

Neredeyse eski sağlığına kavuşmuştu. Ama aylardır çalışamamış elde avuçta bir şey kalmamıştı. Kaçakçılığa çıkması gerekiyordu fakat Leylanın hasreti daha ağır basmıştı. Atına binip dörtnala, Leylanın köyüne sürdü. Öldü diye ayaklarından sürülerek getirildiği ağaçlıkta havanın kararmasını bekledi. Hava kararıp Yusuf trafoya gittiğinde trafoyu yerinde göremedi. Köylüler kaymakamlığa trafonun yerinin değiştirilmesi için müracaat etmiş, kısa bir süre sonrada trafonun yeri değiştirilmişti. Trafo köyün içine konulmuş kapaklarına kilit vurulmuştu. Yusuf Leyla’yı göremeden, Leyla’ya sarılamadan aylardır içini eriten hasretle geri dönmek zorunda kalmıştı.

Aylar sonra tekrar kaçakçılığa çıkmıştı, yine aylar sonra ilk defa yüzü gülmeye başlamıştı. Hem tekrar para kazanacak hem de dönene kadar Leyla’ya ulaşmanın bir yolunu düşünüp bulacaktı. Halep’ten Leylaya güzel bir hediye alacak, yanına yeni çıkmış bir Dengbej kaseti koyacaktı. Leyla papatyalı siyah fistanını giymiş olacak, dans eder gibi merdivenden inecek, Yusuf o incecik beline sarılacak, simsiyah saçlarını koklayarak boynunu öpecekti. Aylardır çektiği hasret sona erecek, içi huzur ve mutluluk bulacaktı.

Sınırın diğer tarafına geçmek üzereyken Suriyeli askerler, Yusuf ve birkaç tane daha kaçakçıyı yakalayıp hapse attı. Suruç ovasında atıyla koşarken tozu dumana katan Yusuf’u sınırların ötesinde, dört duvarın içine hapsettiler. Atına el koydular. Yusuf’un karanlık günlerine bir de hapishane karanlığı eklendi. Altı ay süren hapis Yusuf’un ömründen ömür aldı. Leyla’yı özlemediği, Leyla’yı düşünmediği tek bir anı olmadı. Hasta düştü, saçı sakalı birbirine karıştı, bir deri bir kemik kaldı. Leyla’ya aşkı olmasa, Leyla’ya kavuşma umudu olmasa Yusuf sağ çıkamazdı oradan. Çürür ölürdü.

Hapiste sabahlara kadar uykusuz kaldı. Nihayet Leylaya gidecek bir yol bulmuştu. İyice uzamış saçı sakalı kesmedi. Bir sarık, bir cüppe ve bir de def alıp hapiste ezberlediği birkaç Arapça ilahi eşliğinde ,eskiden dolaşıp çerçilik yaptığı köyleri bu sefer defçi olarak gezmeye başladı. Derviş değildi, deli değildi, divane değildi. O Sadece sevdiğine kavuşmak isteyen bir aşıktı.

Gün batımına yakın Leyla’nın köyüne vardı. Tanınmayacağından emindi. Çerçi Yusuf değildi artık. Elinde defiyle deyişler ilahiler okuyan bir Yusuf'tu.

                                                                                               (DEVAM EDECEK)