Filiz elindeki son dosyanın raporlarını da bilgisayara yükleyip güncelleme yaptı. Saate baktı dörde geliyordu. Cumartesi yarım gün çalışıyor olmasına rağmen bugün fazladan birkaç saat çalışmıştı. Ay sonunda KDV beyannameleri, muhtasar, pirimler vesaire işler yoğunluk kazandığından, işleri yetiştirmek için daha uzun süre çalışıyordu. İş arkadaşı işten ayrıldığından beri üzerindeki iş yükü artmıştı. Yine de bütün işlerin altından kalkmayı başarmıştı. Çalışkandı, işini titizlikle yapıyordu ve dolayısıyla patronları tarafından seviliyordu. Fakat bu durumun maaşına zerre katkısı olmuyordu. Sadece iyi muamele görüyor çokça takdir ediliyordu. Hayatta en çok ihtiyaç duyduğu şeyin "takdir edilmek" olduğunun bilincinde değildi ne yazık ki. Bilgisayarı kapattı, masasındaki ihale dosyalarına teminat mektubu kopyalarını yerleştirdi, rafa kaldırdı. Masasını topladı, pencereleri kapattı. Cumartesi günleri çalışan tek kişi oydu. Kapıyı kilitleyip çıktı.

   Güzel bir bahar havası vardı dışarda. Güneşin yakıcı sıcaklığını yüzünde hissetti ."Maaşımı aldığımda öncelikle güneş kremi almalıyım" diye geçirdi içinden. İş yükünü sırtından atmanın verdiği rahatlama ve nedenini bilmediği iç sıkıntısıyla Beşiktaş'ın kalabalığı içinde yavaş adımlarla yürürken ani bir kararla yolu uzatmaya karar verdi. Eve gitmek için acelesi yoktu. Hafta sonları gittiği tiyatro oyunu çalışması da yoktu bugün; oyun gösterime başlamıştı. Yapacak başka bir işi de yoktu. Sahile yöneldi, Kadıköy iskelesinin önünden geçip devam etti. Masmavi denize baktı, derin derin nefes aldı; denizden gelen bu rahatlatıcı kokuyu seviyordu. Bir süre kıpırtısız bekledi. "İnsanların şu güzelliği seyretmeye vakitleri yok." diye düşündü. Telaşla bir yerlere yetişmeye çalışan insanlara baktı : " ben de çoğu zaman bunun bir parçasıyım" dedi. Çığlık atıp dönen martılara ve iskeleden hareket eden vapura arkasını dönüp, otobüs durağına doğru yürüdü .Otobüs bekleyen kalabalığın yanında durdu. İnsanlar söyleniyordu; uzun süre beklemişler, otobüs gecikmişti. O da bekledi uzunca bir süre. Sıkıldı, yoruldu, bekledi. Nihayet otobüs geldiğinde ezilme tehlikesini göze alarak insan seli içinde sürüklenip zor da olsa basamağa adımını atabildi. Kapılar güç bela kapandı. Tıkış tıkış dolu olan otobüs Zincirlikuyu'ya kadar hiçbir durakta durmadı. Birkaç kişi indi, birkaç kişi bindi bu durakta. Binenler arasındaki bir kişinin kaderini değiştireceğinden habersizdi henüz. Filiz, orta kapıya kadar ittirilerek adım adım yaklaşmıştı. Ayakta zorlukla duruyor, tutunmaya çalışıyor fakat pek de mümkün olmuyordu. Biraz kımıldama fırsatı bulduğu anda elini uzatıp kapı yanındaki çokça el tarafından tutulan metal direğe tutunabildi. Biraz sonra Filiz'in sıkışıklıktan dolayı sahibinin yüzünü göremediği bir el eline dokundu. Çekemedi elini, rahatsız da oldu. Kazara olmuştur diye düşünürken elinin okşanması büsbütün öfkelendirdi onu. Oflayarak elini direkten aşağı kaydırdı, bu kez de onun eli bir başka ele dokundu. Zaten herkesin eli, kolu, dirseği, sırtı çantası birbirinin üzerindeydi. Birisi "pardon yer değiştirelim, inecek var" diyerek Filiz'in yanı başında belirdi. Kapı açıldı birkaç kişi indi. Filiz'e biraz daha alan açılmış oldu. Böylece direği bırakıp tutacaktan tutundu. Rahatlamıştı. İnecek var diye Filiz'in yanına kadar sokulan adam inmemişti. Göz ucuyla kaçamak baktı adama. Adam yakaladı bu bakışı, gülümsedi "merhaba" dedi. Çekingenlikle "merhaba" diye karşılık verdi Filiz. "Tanıyor muyum?" diye düşündü. Yok, bu sevimli gülüşü olan yüz, hiç tanıdık değildi. Ama hafızasına da çok güvenemiyordu. Çok iyi biliyordu ki yüz hatırlama konusunda zayıftı. Şiirleri, şarkıları, oyun repliklerini bir çırpıda ezberler, isimleri aklında tutar fakat yüzleri hatırlamakta zorlanırdı. Bu yüzden yeni tanıştığı kişilerle başka ortamlarda karşılaştığında ya selam vermez ya da tanışmaya çalışır kendini takdim eder, "tanışmıştık zaten" cevabıyla rezil olurdu. Defalarca tekrar etmiş bir durumdu bu." Ama bu adamı görsem unutmazdım herhalde" diye düşündü. Bu kadar güzel bir gülüş unutulmazdı ki. Unutulması haksızlık olurdu. Adam fark etti belki de Filiz'in kafasının karıştığını. "Nasıl gidiyor oyun çalışmalarınız" dedi. Filiz rahatladı önce; tanıdık biriydi demek ki. Gerildi sonra niye hatırlamadı ki .Kim ...Kim bu adam? Yılmaz Güney Tiyatro Sahnesi'nin bulunduğu kültür merkezi den tanışıyorlar demek ki. Gülümsemek için çabaladı, kafa karışıklığından sıyrılmaya çalışarak: " İyi gidiyor, geçen hafta sonu sahneledik oyunumuzu" dedi. "Biliyorum, izledim. Çok başarılıydınız. Bir kadının faşist bir subayı böylesine iyi canlandırması zordur sanırım." dedi adam. Karşılıklı gülümsediler. Filiz:

  - Siz de Kültür Merkezindensiniz öyleyse.

  - Yok, değilim. Oyunu izlemeye geldim arkadaşlarla. Sizi burada görünce de tanıdım.

  ....

  - Tanya'yı okumuştunuz 8 Mart kutlamalarında. Onu da izledim. Çok etkileyiciydi gerçekten. Çok da alkış aldınız.

  

 Filiz'in Yüzü pembeleşti önce, sonra kulakları kızardı, yandı alev alev. Mahcup, teşekkür etti.

  

    - Başka oyun hazırlığınız var mı?

    - Yok şimdilik. Carrar Ana'nın Silahları'nı birkaç yerde daha oynayacağız.

    - Siz Tanya'yı okumadınız sadece, oynadınız değil mi?

    - Evet. Şiiri dramatize ettik.

    - Artık sizden "Tanya" diye bahsediyorlar. Gerçek isminiz unutulacak galiba.

Utandı yine Filiz. Tanımadığı bu yakışıklı adamın tatlı tatlı gülümseyerek iltifat etmesi hoşuna gitmiş, heyecanlanmıştı. Bu konuşmaların bir sürü olaylar zincirinin başlangıcı olduğundan habersizdi şimdilik.

Bu sırada otobüs durağa yanaşmıştı. Filiz'in inmesine dört durak daha vardı. Adını bile bilmediği adam aniden "burada iniyorum ben , hoşça kalın" diyerek dörtyol ayrımındaki durakta iniverdi otobüsten. Otobüs hareket ederken Filiz merakla ayaklarının ucunda yükselerek, kalabalığın arasından dışarıyı görmeye çalıştı. Hangi tarafa gidiyordu acaba? Adam da otobüsten inip birkaç adım atmıştı ki dönüp otobüse baktı. Kafasını yukarıya kaldırmış kendisine bakan Filiz'i gördü. Gözü gözüne değdi. Gülümsedi adam. Filiz o kadar utandı ki, çömelip kaybolmak istedi. Hatta görünmez olabilmeyi diledi. Neyse ki otobüs hareket etti, hızla uzaklaştı duraktan.

    Filiz abisi ve kız kardeşiyle birlikte yaşıyordu. Anne babası köyde kalıyordu. Abisi Hakan üniversiteyi bitirince İstanbul'da ev tutmuş sonra da iki kız kardeşini yanına almıştı. Filiz'den üç yaş küçük kız kardeşi üniversite sınavı için tekrar hazırlanıyordu.

  Akşam yemekte abisine, otobüste gördüğü adamı anlattı uzun uzun. "Oyunumuzu izlemiş ,çok beğenmiş." dedi. Çok yakışıklıydı, çok da güzel gülüyordu diye kıkırdadı. Abisiyle çok güzel bir yakınlığı vardı; kız kardeşiyle paylaşmağı şeyleri bile abisine anlatırdı. Abisi sordu; kimmiş, adı neymiş, kaç yaşında diye. "Bilmiyorum. Genç biri, benden birkaç yaş büyüktür sanıyorum. Ama çok güzel gülüyordu abi" dedi.

   Devam eden günlerde ara ara aklına geldi güzel gülüşlü genç adam. Aklına yapışmış gibiydi tatlı gülümseme.

   Birkaç hafta sonra tiyatro çalışmaları sırasında hoca doğaçlama yaptırırken sıra Filiz'e geldi. Filiz çıktı sahneye. Otobüste karşılaştığı o adamla diyaloglarını, bire bin katarak, abartılı hareketlerle, çokça romantikleştirerek, adete Romeo ve Juliet'i oynuyor gibi anlattı.    " Çok hayran kalmış bana. Adam imzalı fotoğrafımı bile istedi" diyerek bitirdi doğaçlama çalışmasını. Filiz'i izleyen ekip arkadaşlarından Gürsel, kaykılarak oturmuş küstahça bir duruşla, kuvvetlice alkışladı. Sonra alaycı bir gülüşle, "Bravo Filizciğim. İşte o anlattığın benim abim Barış!" dedi.

    - Ne?

    - Valla bak...Cumartesi öğleden sonra değil miydi?

    - Evet...Ama...Nasıl yaa... Mahalleye bile gelmedi ki!

    - Hacıosman'da indi değil mi?

    - Evet de...

  Hoca dahil tüm ekip kahkahalar atıyordu. Filiz şaşkın, utanmış, karmakarışık olmuştu. Keşke o kadar abartmasaydı. Ne gerek vardı şöyle yakışıklı, böyle güzel gülüyor demeye. Uff yaa.. Bu nasıl bir tesadüf?

  Gürsel iki sokak aşağılarında oturuyordu. Filiz Gürsellerin evine defalarca oyun provaları için gitmişti. Gürsel'in anne babasını ve kardeşi Yüksel'i de tanıyordu. Hatta Yüksel'den bağlama dersi almak için de bu eve gidiyordu ve Yüksel de Hakan abisinden matematik dersi almak için Filizlerin evine geliyordu. Abileri olduğunu duymuş ama hiç görmemişti. Ayrıca kardeş benzerliği yoktu üçünde de.

   Abisiymiş demek..."Barış" mış adı...

   Barış otobüste karşılaştıkları günü evde kardeşlerine anlatmış, "kız şaşkın oldu" diyerek gülmüş, kendini tanıtmadığını ise söylememişti kardeşlerine.

   Filiz düştüğü bu gülünç ve zor durumu eve gittiğinde abisine bir çırpıda, hem coşkulu ,hem gülerek anlattı. Abisi de gülerek "büyük tesadüflerden büyük aşklar doğar" dedi.

    İlerleyen zamanda Filiz, saz dersi için Yüksellerin evine defalarca gitti fakat bir kez olsun Barış'ı göremedi. Bu adam hiç mi durmaz evde diye düşünüyor, Barışla ilgili bir şey soramaya utanıyordu.

   Birgün oyun çalışmaları sonrası arkadaşlarıyla eve dönüyordu Filiz. Otobüsün arka sırasına dört arkadaş oturmuşlar sohbet ediyorlardı. Genç bir delikanlı bindi otobüse, yanlarına gelip selamladı hepsini. Filiz hariç hepsi tanıyordu bu genci. Samimi konuşuyor gülüşüyorlardı. Genç adam Filiz'e dönüp "siz nasılsınız" dedi. Filiz nezaketen "iyiyim, teşekkür ederim" diyerek başını elindeki tekstlere gömdü adeta, çünkü delikanlının delici bakışları onu panikletmişti. Tanımıyordu sonuçta. Tekstleri karıştırmaya başladı ve hiç kaldırmadı başını. Aynı durakta dört arkadaş ve delikanlı birlikte indiler. Filiz Ali'yi kolundan tutup kendine doğru çekerek çok kısık bir sesle "kim bu" dedi. Ama Ali kısık sesle cevap vermedi. Tok sesiyle " Aaa..siz tanışmıyor musunuz? Bizim Gürsel'in abisi Barış işte" dedi. Ali'nin söylediklerini Barış da duydu, gülümsedi. Filiz gülemedi. "Nasıl yaa..Daha önce otobüste görüp beğendiği, gülüşünü unutamadığı adam bu mu?... Niye tanıyamadı öyleyse? Kafası karışık halde aceleyle "görüşürüz bay bay" diyerek ayrıldı oradan. Evde abisine olanları anlattı gülerek. Abisi "kızım seni küçükken beşikten düşürdüler, kesin" dedi gülerek.

    Tarih tekerrür etti haftalar sonra; yine oyun çalışmaları sonrası otobüsle eve dönüyordu Filiz ve arkadaşları. Otobüse bir genç bindi. Filiz ve arkadaşlarının yanına geldi, sohbet ettiler. Filiz yine tanımadı bu güzel gülüşlü adamı, İsmail'in kulağına eğilerek sordu    "kim bu" diye. Cevap: Gürsel'in abisi. Filiz çok kızdı kendine; beynimde sorun mu var gerçekten, niye tanıyamıyorum diye düşündü.    Gürsel, bazen Filiz'i kızdırıyor, "abim seni sordu, selam söyledi bir de" diyerek sırıtıyor, onu utandırıyordu. Bunu hatırladığı şu an Barış'ın karşısında daha da utandı .

  Günler haftalar geçti. Yaz bitmek üzereydi. Dünya Barış Günü kutlamaları için etkinlik düzenlenmişti. Gürsel ile Filiz de birlikte şiir dinletisi yapacaklardı bu gecede. Filiz abisiyle birlikte gittiği bu kutlamada oldukça heyecanlıydı çünkü abisi onu ilk kez izlemeye geliyordu. Gürsel gitar çaldı, Filiz şiir okudu: "Göğü kucaklayıp getirdim sana..." Sahneden inerlerken duydukları alkışlar gurur vericiydi. Filiz mutlulukla abisinin yanına koştu. Abisinin yanında biri vardı; eli omuzunda, ikisinin sırtı da dönüktü kendisine. Yaklaştığında kahkahalarını duydu. Abisinin koluna girdi "abiciğim nasıl buldun" dedi gülerek. Abisi döndü, yanındaki de... Aaa Barış bu. Filiz tanıdı bu kez. Fakat başka bir şaşkınlık yaşıyordu; abisi ve Barış nasıl bu kadar yakın olabilirler ki ? Benzer bir şaşkınlığı Barış yaşıyordu; Tanya Hakan'ın kardeşi miymiş ? diye içinden geçirdi. Toparlamaya çalıştı kendini, Filiz'i tebrik etti. Filiz şaşkınlığını atamamış bir halde teşekkür etti. Sonra Barış'a müadenizle diyip, abisini kolundan çekiştirerek "abiciğim gelsene biraz " dedi. Kalabalıktan uzaklaşınca Filiz:

Abi bu otobüsdeki çocuk. Hani anlatıyorum ya Yüksel'in abisi!

Ne?

Valla. Siz nerden tanışıyorsunuz ki?

Otobüsden. Her sabah aynı otobüse biniyoruz.

Şaşkın bakıştılar. Durumu biraz sindirmeleri gerekti ikisinin de. Sonra abisi Filiz'e:

- Yazıklar olsun sana. Öyle yakışıklı, böyle güzel, şöyle güzel gülüyor diye anlattığın adam bu mu ? Zevksiz seni tuhh...        dedi ve sarıldı Filiz'e. Gülüştüler, bu kadar tesadüfe hayret ederek.

    Filiz bir daha hiç unutmadı bu güzel gülüşlü adamı.