Hiçbir devrin ve hiç kimsenin adamı olmayan Vecihi Hürkuş’un kendinin kaleme aldığı "Bir Tayyarrecinin Anıları" kitabını az önce bitirip kapağını kapattım. İçimde bir sızı… Değeri bilinmemiş, bilinmediği gibi türlü sıkıntılar içinde hayatını devam ettirmesine neden olunmuş, esir düşen, İstiklal Savaşı’nda ilk ve son uçuşu yapan, ilk Türk askeri ve sivil tayyaresini inşa eden, İlk Türk özel tayyare mektebini açan, ilk Türk kadın pilotunu yetiştiren, ilk Türk deniz tayyaresi ve planörünü inşa eden, ilk Türk özel hava yollarını kuran, suikastlere uğrayan soyadı gibi Hürkuş olan bir yaşam öyküsü.

Burada her yerde bulabileceğiniz ansiklopedik bilgileri aktarmak istemiyorum. Artık nereye ve neden baktığımız, ne aradığımız, ne beklediğimize göre istediğimiz her türlü bilgiye bir iki klavye tuşuna tıklayarak yalan yanlış da olsa ulaşabiliyoruz. O nedenle burada sadece Vecihi Hürkuş’un kendi kaleminden çıkan birkaç paragrafa yer vermek istiyoruz.

"Yurt müdafasında en ileri bir silah olduğuna inandığım tayyareciliğin aynı zamanda milli sanayie dayanması düşüncesindeydim ve milliyetçi bir görüşle daha ilerisini ve daha iyisini düşünmek ihtiyacını duyuyordum." sf.45

"Evet cüretimiz büyük ve cürmümüz ağırdı. İmparatorluğun hava kuvvetlerinden vasıta ve silah çalmıştık. Osmanlı devleti nazarında birer şaki idik." sf.63

"Sakarya Meydan Muharebesi’ne iştirak eden Türk tayyareleri yalnız iki tane olduğu halde, 19 gün içinde tam 40 uçuş vazifesi görmüştü. Bu randıman nispeti tayyarecilik aleminde, harp hizmetleri bakımından, bilhassa o zaman için harika mefhumu ile ölçülecek bir başarıdır. Bu harpte ricat eden düşmen kuvvetleri üzerine yine bu tayyarelerin durmadan keşif ve taarruzları, hiçbir surette kesintiye uğramamıştır. 50 tayyareye mukabil yalnız iki tayyare." sf.115

"Büyük Mustafa Kemal’in açtığı kurtuluş ve inkılap dininin biz müritleri idik. Havacılık ilminin yurtta, dünya gidişine uyması ve Türk inkılabına yakışan bir şekil alması davası içinde bulunduğumuzu iyice anlıyorduk. Hele üretimin millileştirilmesi ihtiyacı kati bir zaruret halinde bulunuyordu. Çünkü İstiklal Savaşı’nda düşmanlarla sarılmış yurdumuzun bütün kapıların kapandığı yahut milletlerarası münasebetlerimizin kesildiği zaman, maruz kaldığımız malzeme mahrumiyetini çok acı hissetmiştik.’’ sf.128

"İhtiyar bir köylü yanıma sokuldu ve mahzun bir sesle ‘’Evlat ben bir fakirim, acaba ben de uçabilir miyim? Bu soruya karşı sarsıldım. Fakir mi? Kim fakir baba? Türk mü? Acaba Türk’ten gani kim var? Onun akıttıkça köpüren damarlarını şişiren mebzul kanı var. Onun verdikçe yetiştiren, yetiştirdikçe taneler saçan tarlası var. Onun metaneti, sabrı, yaratıcı çalışması, ölmeyen cesareti var. Onun her şeyden üstün bir benliği var, buna zenginlik demeyeceğiz de, ne diyeceğiz? Bir avuç madenle, bir tutam kağıda mı? Hayır baba sen fakir değilsin, bu eser senin malındır ." Huzur içinde uçabilirsin, buyur aslanım." sf.187

"Halbuki ben, hür yurdumda kardeş tekmesi altında ezilmiş, başarılı eserimi kaybetmiştim." sf.197

"Bir milletin istiklalini muhafaza ve idame umudunu yabancı milletlerden alınacak savaş araçlarına bağlamak keyfiyetini, İstiklal Savaşı’ndaki yoksulluğumuzla kıyaslamak gerekir. O kutsal davada nasıl çırpınmış ve nasıl derme çatma uçaklarla düşmanla boğuşmuştuk! Yerde çürüyen ve havada yırtılan kanat bezlerini paça jelatini ve nişasta terkibinden analiz madde ile gererek uçuyorduk. Bu hazin yoksulluğumuza rağmen uçak adedi bakımından düşmanın büyük üstünlüğünü ezmek ve istiklalimizi mezbuhane boğuşarak kazanmak, tarihimize geçen iftihar tablosudur." sf.227

Tüm yokluklara ve yoksulluklara ve engellemelere, yoluna kırmızı halılar serilmesi gerekirken sürekli taş döşenmesine, kişiliği güdük insanlarla mesai yapmak zorunda kalmasına rağmen nice başarılara ve ilklere imza atan bu vatanperver insanı her daim sevgi ve saygıyla anmak gerekiyor.

En azından bu satırları okuduktan sonra kitap alırken gözleriniz raflarda bu kitabı ararsa, yazımız amacına kısmen de ulaşmış demektir.

Kitaplarla ve dostça kalın.