Bir rüya gördüm bu gece ama şimdi hatırlamıyorum. Gerçi hatırlasam da sana anlatmazdım. Çünkü bir anlatı kahramanı olan benim, rüyamı sana anlatmamı hem bu anlatının yazarı istemiyor hem de anlatabilseydim bile sen bana cevap veremezdin. Muhatabı olmayan bir şey de anlamsız olurdu.
Neyse, uyandığımda öylece yatağın kenarında oturup ayaklarımı seyrettim dakikalarca. Rüyamı hatırlamaya çalıştım, bir süre sonra vazgeçtim. Kafamın içinden yüzlerce alakasız düşünce akıp gitti. Bir dumanı yakalamaya çalışmak gibi hangi birini tutmaya çalışsam o an dağılıverdi. Senin de öyle oluyordur bazen muhakkak. Buna eminim çünkü bu anlatının yazarı kendi bunları yaşıyordur ve diğer insanların da yaşadığını biliyordur ki bana da yaşatıyor. Sonra sabah ereksiyonumu hissettim, onlarcasının arasından birini seçtim gerçekte var olup olmadığını bilmediğim kadınlar arasından. Karnım guruldadı. Bir fincan filtre kahve yaptım (Çay da yapabilirdim aslında ama yazarım kahve içmemi istedi.). Masaya oturup sigara yaktım. Hayatımı düşündüm bir müddet. Anlatı yazarının beni yarattığından bu yana geçen zamanı... Çok uzun zaman oldu ama hiçbir şey yaşamadım henüz. Yazmaya başlayıp beni canlandırdıktan sonra yazmaya ara verdiğinde bıraktığı yerde öylece kalakaldığımı, tıpkı pili biten bir saat gibi... Sonra tekrar yazmaya başladığında saatin ayarlanarak zamana ayak uydurması gibi ben de devam ettim hayata ama o durma süresince ne yapıyorum, bana ne oluyor hep merak ettim ve bana hep şu sözü hissettirdi: “Ne içindeyim zamanın/Ne de büsbütün dışında.”
Kime ait olduğunu bilmiyorum bu sözün, bu anlatının yazarı bir ara notlarına yazdığında görmüştüm. Sende de oluyor mu böyle? Şuna eminim ki benim yazarıma olmuyor çünkü olsa bana bunu yaşatmaz. Zalim bir adam benim yazarım. Neden mi? Söyleyeyim. Beni yalnız bir adam olarak yarattı. Kimse benimle konuşmuyor, beni görmüyor, merak etmiyor, sevmiyor. Nereden mi biliyorum bunları? Değil mi, sonuçta ben bir anlatı kahramanıyım. Onu da söyleyeyim. Başka anlatılar okumama izin var. Onlarda insanlar konuşuyorlar birbirleriyle, seviyor ve merak ediyorlar birbirlerini. Gördün mü işte, bu bile onun zalimliğinin kanıtı. Sigaram bitti. Parmağıma sinen kokusunu koklamayı seviyorum. Bazen hayal kuruyorum, buna da müsaade var. Mesela diyorum, gerçek olsaydım nasıl olurdu? Nasıl biri olurdum eğer özgür seçimlerim olsaydı? Bazen de anlatımın sonunu hayal ediyorum ve aslında en çok da bunu merak ediyorum. Nasıl bitecek acaba? Ama ben bunu asla bilemeyeceğim. Çünkü anlatı bittiğinde benim de sonum gelecek. En acısı ne biliyor musun? Kimse -sen bile- ondan sonra bana ne olduğunu merak etmeyeceksin ve unutulup gideceğim. Yaşamak merak edilmek ve hatırlanmak değil midir aslında? İlginçtir, senin de dikkatini çekti mi, bilmiyorum. Biz anlatı kahramanları; yeriz, içeriz ama hemen hemen hiçbirimiz dışkı yapmayız. Yapanlar da sadece işerler. Neden? Bir de şunu düşünürüm zaman zaman: Okuduğum anlatılarda iyi ve kötü kahramanlar vardı. Benim dikkatimi çeken kötülerdi hep. Neden kötüydüler mesela? Onları kötü yapan, kötülüğe iten neydi? Hep öyle olamazdılar sanırım çünkü ancak anlatının başladığı yerden sonrasını biliyoruz biz ama o kişi önceden nasıldı, ne oldu da böyle oldu bilmiyoruz? Bir de yazar neden onu kötü yapmıştı? Bu, adaletsizce ve zalimce değil miydi? Çok soru var aklımda. Yalnız olduğum için sorularla sohbet ediyorum. Mesela isimlerimiz. Bizi yansıtıyor mu gerçekten? Onlara o kadar alışığız ki varlığımızın bir parçasıymış gibi. Ama aynı isme sahip binlerce kişi var. Fark nerede? Ha bir de sen benim anlatımı okurken neler düşünüyorsun ve acaba senin de bir yazarın var mı? Bunu da hep merak etmişimdir ama asla cevabını alamayacağım sorulardan biri de bu. Yazarım sayfayı kapatıyor artık. Bunu hissedebiliyorum. Ee nicedir anlatı kahramanıyım, tecrübe. Gitmeden önce söylemek isterim, ismim Bay H. Belki hatırlar ve bana ne olduğunu merak eder, beni yaşatırsın. Masada kahve içerken bırakıyorsun beni. İkinci sigaramı da yaktım, haberin olsun. Bu arada, sahiden sen kimsin?