Zaman yolcususun.

Kaderin ağlarıyla oynuyor, Tanrı'yı sinirlendiriyorsun.

Tek yaptığın gün boyunca TV’nin karşısına geçip zencefilli biranı yudumlamak.

Yaşlandın. Suratındaki çizikler, beceriksiz bir ressamın fırça darbeleri gibi. Sakalın ve saçların birbirine geçmiş. Zarif, kemikli ve yakışıklı suratın, tüm çekiciliğini yitirdi. Göz kapakların yarıya indi, her şeye ilgisiz ve umursamaz bakar oldun.

Zamanla işin bitti. Bir hayali yaşamak için geçmişe sürdün direksiyonu. Mutlu günlerin seni beklediğine olan çocuksu hayalin yıkıldı, parçalandı. Kapana kısılmış gibi hissettin.

Kurtuluşa olan inancın ve cesaretinin üstüne sifonu çekiyorsun. Ölmeyi bekleyen bir moruktan fazlası değilsin.

Ama bunlar artık canını sıkmıyor. Modası geçmiş. Peş peşe bira içip sigara tüttürmek tek tesellin.


Zamanı büküp kendi hapishaneni inşa etmek salakçaydı. Bunun farkındasın. En azından şimdilik. Ama şu an buna da kayıtsızsın.


Bir zamanlar âşık olduğun, düşüncelerinde bile ulaşılmaz olan kadınla evlisin. İki çocuğun var. Biri kız diğeri oğlan. En sevdiğin kız olanı. Oğlanı bazen tokatlamak istiyorsun. Bitmek bilmeyen sorularla kafanı şişiriyor. Katlanamıyorsun. Ve bazen de tokatlıyorsun. Karın sana bağırıp küfrediyor o anlarda. Ona da bir tane yapıştırıyorsun.


Orospu çocuğu olduğunun farkındasın. Bir zamanlar sövdüğün babandan bir farkın yok. Aynı boksun. Yaşasaydı beraber oturup bira içer miydik diye düşünüyorsun. Sonra kafandan kovuyorsun bu düşünceyi. Babanı düşünmek bile tepeni arttırıyor.


Bir sigara daha yakıyorsun.


Nasıl bu hale geldiğini, âşık olduğun kadın için, zamanı büküp hayallerini gerçekleştirmene rağmen mutsuz olmanı sorguluyorsun. Kaderin iğrenç şakasına kurban olduğundan yakınıyorsun. Sinirlisin.


Lise de tanıştın onunla, beraber bir sürü güzel zamanlar yaşadın. Zamanı göreceli kılan, adeta durduran bir anı paylaştın. Mutluydun o zamanlar. Mutluluk kelimesi bile yeterli değildi belki hissettirdiği karşısında. Ama şu an, bunun bile bir illüzyondan ibaret olduğunu düşünüyorsun. Şüpheye düştün.


Ve sonra yollar ayrıldı. Ama aklından hiçbir zaman çıkaramadığın bir kılçığa dönüştü varlığı.

Ya çok farklı olsaydı sorusu sürekli aklının ücra köşelerinde rahatsız ediyordu seni. Sende zamanda yolculuk ettin. Aşkın ve kadının için.

Tekrar onunla karşılaştığında ellerin ayağın titremekten duramadı. Kalbin sıkıştı. Ve mutluluğu bulacağına dair çocuksu hayal sarhoş etti seni. Ama yanıldın.


Evlendin onunla, âşık olduğun kadınla.


Çocuklarınız oldu. Ev alıp ehliyet sınavına girdin. Çocuk odasını boyayıp otel odalarında şehveti tattın. Pahalı restoranlarda kırmız şarap içip havyar yedin. Votkayı oldun olmaz sevmezdin.


Sürekli seviştin. Suratın parlak ve mutluyken eksik olmayan gülüşünle etrafına enerji kattın. Ama sonra, zamanla dalga geçirmenin bedelini ödedin.


Hayalin kâbusun oldu.


Sıkıştın.


Şimdi ne oldu diyorsun kendine. Ne oldu bize? Cevabı biliyorsun ama düşünmeye bile cesaretin yok.


Mutfakta karın sesleniyor. Çocukları okula bırakacakmışsın. Biranı içmeye devam edersen kafanda kıracağını söylüyor. Ona inanıyorsun.


Sigaranı söndürüp biranı köklüyorsun.


Rutin ve hapsolmuş hayatına devam ediyorsun. Çocukları okula bırakmadan önce yüzünü yıkayıp aynadaki ötekisine bakıyorsun.


Miden bulanıyor.


Aynayı yumruklamak istiyorsun.


Ama cesaretin yok işte, tıpkı kendi ellerinle inşa ettiğin hapishaneden çıkamaya cesaretin olmadığı gibi…