Karanlık gece bağrımı deliyor, hançeriyle. Yalnızlıktan beslenen bir ruh sarıyor bedenimi. Sevdaya dair mısralar yazmayı bırakalı çok oldu. Artık sadece kaygılarımdan bahsedebiliyorum.

Birçok yanlış ve hata yaptım. Pişman değilim çünkü beni var eden nedenlerin başında hatalarım gelmeli, biliyorum. Bir sürü başarısızlık elde etmeliyim, her başarısızlık bir umut, bir mutluluk hissi yüklemeli bedenime. Bilakis bilmeliyim ki doğru olana ya da başarıya atacağım adımda yolumu tıkayan bir engeli daha öğrenmiş oldum. Oysa bunların tamamını bilmeme rağmen aynadaki suretime dönüp baktığımda, yukarıda bahsettiğim her ne varsa hepsini başkası düşünmüş bireyle karşılaşıyorum. Umutsuz, huzursuz, mutsuz ve kaygılarla yüklü. Öyle ki, o kaygılar ve umutsuzluklar bedenine ağır gelmiş ve vücudu öne eğilmiş. Yağ bağlamış göbeği, kimsesiz ve ölü bakışları ile işte size ölümle yaşam arasında yalnızca aynı günü tekraren yaşayan ve sadece sevdikleri sayesinde ayakta kalabilen, saçlarına aklar düşmüş, her gün bir gün daha yaşlanan, insandan olma ama hiç insanca yaşayamamış, yaşı genç, gönlü ihtiyar, yürüyen, koşmayan, üzülen, ağlamayan, bıkkın ve bitik enerjisiyle yeni nesil bir genç. Öldüğünde insan biraz daha yaşarmış. Varlığını hatırlayan son insan öldüğünde ise hiç yaşamamış olurmuş. Şimdi Şems'in dediği gibi; bırakalım, hayatımız altüst olsun, korkmayalım; nereden biliyoruz hayatımızın altının üstünden daha iyi olmadığını.

Öyleyse bırakalım, aksın gözyaşlarımız yeryüzüne. Kaldıralım bu şemsiyeyi üzerimizden. Kim bilir? Belki de gördüğümüz son yağmur. Islak bedenlerimizle, kahkahalar atalım, dans edelim, savaşalım ve unutmayalım Ahmed Arif'in bir umudunun bizde olduğunu...