Yokluk kırılabilir mi? Ya yanılsama? Kırılmak daha somut bir eylem değil midir? Öyleyse olmasını umarak kurduğumuz hayaller nasıl oluyor da içimizi paramparça ediyor ve biz bunu hayalin kırılması olarak tarif ediyoruz?

Peki yokluk denen şey yer kaplar mı? Ya da ağırlığı tam olarak kaç kilodur? Kişiye özel, taşıyamayacağından çok kilo mu? Öyle büyük olmalı ki yanında, yöresinde hiç kimse yahut hiçbir şeyin olmasına izin vermiyor. Hangi omuza el atsa izi kalıyor.

İnsana bu kadar ağır gelen, hayalin kırıklarıyla varlığını artırması mı, yokluğun ölçülemezliği mi dersin? İnsan ille de bilmeli, bir anlam iliştirmeli. Ellerini derli dertli cebine tepeceğine havada şıklatmalı, alkış tutmalı. Hep bilmeli, bulmalı, mutlu olmalı. Mümkün mü? Gerçek denen şey bu mu? Kulağa masallar kadar gerçek geliyor.

Gündüz kadar gece, güven kadar korku, olan kadar olmayan... Varlık kadar yokluk, insan kadar insan dışılık, bilmek kadar cahillik gerekli. Gerçek bu. Hayal kadar gerekli kırıkları. Her birini var kılan bir diğeri. Ben dediğini görebilmenin yapmadıklarını, sevmediklerini, seçmediklerini, eksiklerini, başarısızlıklarını, pişmanlıklarını, pes ettiklerini, yarım bıraktıklarını, yara aldıklarını bilmenle mümkün olması gibi.

Öyleyse şükret

Bugün başına gelenler kadar gelmeyenlere, yarının bilinemezliğinin korkuttuğu kadar umut vadedişine, olduğun kadar olmadığın insana...