“kime iyilik yaptıysan ondan koru kendini.” demiş milli marşımızın şairi.
iyilik edince hatırlanmaz derdi büyükler de bundan mütevellit iyilik ettiğinden değilse de güvenip yaslandığından kollamalıymış insan kendini… en çok, hatta sadece onlar üzebilirmiş insanı.
insana yaslanma, en iyisi olsa ölür denmişti oysa gider yani. bir şekilde gider.
isteyerek gider, gayri ihtiyari gider, zarureten gider.
yaslanmayalım mı o zaman?
belki bu ihtimali hep elimizde tutarak yaslanmaktır aslolan…
olduğundan büyük görmemek, tutunmak ama rabb bilmemek, güvenmek ama koşulsuz, salt bir güven duymamak, elini tutmak ama elin sahibi olunduğunu düşünmemek…
ne ince bir çizgi ne zor bir yol…
yıkılmamak, kırılmamak, düşmemek ne zor.
gidenler değişir, yol değiştirir çünkü insanı.
ama kalan da aynı kalmaz, aynı yerde olsa bile… zaman geçmiştir üstünden ve zaman da değiştirir insanı, yol gibi…
hayat, gidenlerden ve gidilenlerden arta kalanın toplamı sanki…
geçen mevsimden, geçen seneden gittik ya da onlar bizden…
bir çiçek soldu, bir yaprak kurudu… akan su aynı su değil, biz de öyle…
insan kendini oluşturur diyen varoluşçulara da sormak gerek, kendini oluşturmadaki değişkenleri nereye koyacağız?
gerçi eldeki malzemeyle ne ve nasıl yapıldığıdır önemli olan, simyacı olup bakırdan altın üretmek değil…
bazen yol ayrımına gelinir, kalan ya da giden olmaz da… ayrılır yollar işte, öyle gerekir..
nasıl birleşmişse, nasıl bir süre beraber yürünmüşse öylece ayrılır.
eksiltmeden ayırmalı sanırım, insani olandan ödün vermeden ve lakin insandaki insanilik tam da bu zamanda gösterir kendini..
siyasi çıkarların bile bittiği zamanda nasıl da bambaşka oluveriyor insanlar. nasıl da dün dediğinden vazgeçip dün canı olanlar bugün düşmanı oluyor…
insan işte, şaşmamasını öğrendiğinde olgun sayılıyor zaten. bakıp şaşmamak... mümkünse…