Belki bu yüzden sürekli aynı yerde kalıyoruz bu nedenle hiç çalışmıyoruz düşlerimiz uğruna. Bize verilen kesinliğe gerçekten inanıp ya da inandığımızı zannedip elimizin tersiyle itiyoruz. Bir insan kendi kendinin celladı olur mu? Uçurumdan aşağı bakmaya korkarken hiç tereddüt etmeden atladığımız zamanlar oldu. Oysa ki ne siz ne de bir başkası hiç kimse acılı bir sonu istemez kendi yaşamı için. Buna rağmen de aynı sonu yaşamaktan kaçamaz. Kişi gerçekten kaçamıyor kaderinden. Aynı sulardan aynı güneşten aynı yollardan daha fenası aynı ruhtan. Kendi kendimizin hapishanesiyiz ve parmaklıklar öylesine güçlü ki bir tek gardiyan yok. Öyle bir hapishane düşünün hava almaya çıkmak için bahçeniz yok, güneşin ışıkları belli belirsiz süzülüyor içeriye, yıldızlar yok bir yıldız dahi sonra tüm bu şartların sebebinin size çıktığını getirin aklınıza. Hem güneşi, temiz havayı elinizin tersiyle itip hem de bu şartlar altında yaşamak istemediğinizi düşünün. İnsan bu işte. Tüm insanlık tek bir beden ve her insan birbirinin hayatını öldürüyor usulca sonrasında ise masumiyete dair şiirler yazılıyor, şarkılar söyleniyor... Sonrasında insanlar birbirlerine sevgilerini söylüyor... Bir yalanın etrafında ellerimiz kan içinde birbirimize sarılmış dans ediyoruz. İnsanların dudaklarından kulağa hoş gelen kelimeler süzülüyor. Var olduğumuz karanlık dünyada güzel bir hayat uğruna dilekler dinliyoruz. Sonuçta insan her şeyi dinler öyle değil mi? Acıyı dinleyip acıya sebebiyet verene kızar ardından kendisi bir başkasına acı verir. Bu acıya kimi zaman baş kahraman olurken başka bir zaman susarak figüran olur neticesinde bir yerden oluk oluk su akarken diğer bir yerden damla damla lakin hepsi aynı yere dökülür. O ucu bucağı belli olmayan sulara gün batımına yakın girip iyi bir manzara seyrederiz ve kısa bir anlığına gülümseyip “hayat ne kadar da güzel öyle değil mi?” deriz. Oysa ki her bir yalan için ayrı bir günah yazılır ki buna rağmen ne büyük cesaret! Kısa mutlu bir an için hayatı sevmek.